Kitabın Linki:
Mutluluk, bir ruh hastalığı olarak tanımlanabilir; istatistiki olarak mutluluk azınlıktadır.
Carl Jung: İnsanlar, kendileri ile yüzyüze gelmemek için herşeyi yapar; içine bakan aydınlanır.
Herkesin sevilecek bir yanı mutlaka vardır. Bir insanı derinlemesine tanıyıp da sevilecek bir yanını görememek mümkün değildir.
Bir insan, başka bir insana ihtiyaç duyduğunda ya da yakınlaşmak isteyip de korktuğunda, o insanlara negatif yanlar yükleme şeklinde kendince bir savunma mekanizması geliştirebilir.
Bir sorunla baş etmeye çalışmanın en yaygın şekli onu görmezden gelmek, ondan kaçmaktır.
Değişim ve kaybetmek el ele gider; hem değişip hem de bir şeyler kaybetmemek mümkün değildir; insanlar ise hem değişmek hem de elindekini kaybetmemek ister.
Bir insanın değişmesi için kabuğunu kırması, bunun için ise son derece çetin bir mücadele vermesi gerekir.
Biz insanlar, dış görünüşümüz, hastalıklarımıza ilişkin olarak çok rahat konuşuruz ama konu kendi içimiz, ruhumuz, sıkıntılarımız olunca bunu kolay bir şekilde yapamayız. Peki, bunun için neden korkuyoruz? Halbuki bizi biz yapan bu karanlık yerlerde sadece kötü yönlerimiz değil, aynı zamanda iyi yönlerimiz de yer alır. Biz, buralara inmekten korkmamalıyız.
Bu dünyada büyük ya da küçük hepimizin şeytanları vardır. İşte terapi yoluyla bu şeytanlarımız ile yüzleşir, başkalarının da şeytanları olduğunu görür ve bu şeytanlarımız ile sağlıklı bir şekilde yüzleşmenin yolunu buluruz.
Terapinin en önemli yanı, insanın başına gelenler ve bunları değiştirebilme yönünde sorumluluk almayı kabul etmesidir. Çünkü çoğu zaman insanlar, başlarına gelen kötü şeyler için, dış etkenleri ya da başkalarını suçlamaya bayılır. Elbette her insanın etrafında zor insanlar ve koşullar mevcut olabilir ama bu genellikle istisnadır. Bir terapist, hastasının sorumluluğu alması için ona ayna tutar.
Terapi seansı her zaman bir açılış seansı ile başlar. Bu açılış sorunu, görünüşte, kişiyi, terapiste götüren sorundur. Bu sorun dış yüzeyde bir sorundur ancak deşilince alt yüzeyde başka, gerçek neden çıkar karşımıza. İşte terapist, belirli teknikleri kullanarak, görünenin altında yatan bu görünmeyen sorunun kaynağına inmeye çalışır. Terapist, sürekli derine inmeye çalışırken hastasını deşer.
İnsanlar, kendilerine ait hikayeleri anlatırken genellikle yalan söyler. Bunu bazen bilerek, bazen de bilmeden yapar. Ya da çoğu olayları sadece kendi açısından yansıtır.
Kabullenmenin Beş Aşaması: 1. İnkar, 2. Öfke, 3. Pazarlık, 4. Depresyon, 5. Kabullenme
İnsanların en çok yaptığı hatalardan bir tanesi, sürekli olarak başka insanlarla mutlu olacaklarını düşünüp, aslında gerçekte ellerinde olanlar ile yetinmemeleri ya da bunlarla mutlu olmayı bilmemeleridir.
Bir psikolog ile karşılaşmaktan meydana gelen korku, insanın içinin ortalık yere döküleceği yönündeki korkusudur. Kimse aslında en gizli sırlarının ortalık yere dökülmesini istemez. Bu nedenle bir terapist ile tanışan kişi, genellikle hemen yolunu değiştirir.
Terapiye gidenler, bunu genellikle gizli tutmayı tercih eder.
İnsanlar "acı" ile baş ederken genellikle ilk tepkileri, ya başkaları ya da kendilerini suçlayarak bu acıyı dışarı ya da içeri yansıtmaktır.
Tünelden geçmenin tek yolu, içinden geçmektir, etrafından dolanmak değil. Bir seferde bir adım ama hiç durmadan.
İnsanın en yaratıcı zamanı, fazla bilgi ve tecrübesi olmadığı zamandır; insan, o yoklukta yaratır; bilgi, tecrübe ve kurallar arttıkça yaratıcılık azalır.
Eğer işten döndükten sonra tek yapmak istediğiniz şey televizyon seyretmekse, büyük ihtimalle depresyona girdiniz demektir.
Ne söyleyeceğini bilmediğin durumlar ile karşılaştığın zaman, ne dersen de mutlaka doğruyu söyle. Yalan söyleyip daha sonra insanların güvenini zedelemektense, başta doğruyu söyleyip geçmek en doğru davranıştır. Güven kaybının tamiri zordur.
Freud diyor ki, "Terapist, hastası ile konuşurken, aynı bir çelik ayna gibi, içinden geçilmez ve yansıtıcı olmalıdır." Terapistler, seanslar sırasında, çok gerekli olmadığı sürece, kişisel detaylar vermemelidir." Paylaşılan her bilgi için, bunun şu anda terapiye ya da hastaya bir faydası var mı diye sorulmalıdır. Yerinde ve ölçülü kişisel paylaşım, hasta ile ilişkiyi güçlendirir, terapi sürecine fayda sağlar.
İnsanı kendinden alan ve kontrolü kaybettiğini hissettiren en önemli gelişme, sağlığını kaybemek, bir başka ifade ile "hasta olmak"tır. Hayatta her şeyi doğru yapabiliriz ama yine sağlımızı kaybedebilir ve hasta olabiliriz. (Kanser olmak gibi)
İnsanın, tek başına altından kalkamayacağı bir sorunla karşılaştığı zaman yapması gereken, içine kapanmak yerine, bu sorunu birlikte omuzlayabileceği birisini bulmaktır. Bu süreçte insan, kendisini işine vermek gibi yollarla sorunu gelmezden gelmeye ya da sorunla bu şekilde baş etmeye gayret gösterebilir ama bu sağlıklı bir yaklaşım değildir. Yapılması gereken, sorunla, yapılması gerektiği şekilde karşı karşıya gelmektir.
İyi ve doğru terapisti bulmak zordur. Yine de en iyi yol, başkalarının tavsiyelerine kulak vermektir. Bununla birlikte, doğru terapisti bulana kadar bir kaç terapist değiştirmeniz gerekebilir; bu durum normaldir. Tüm araştırmalar göstermektedir ki terapinin başarısı, hasta ile terapist arasında kurulan ilişkinin sağlamlığına bağlıdır. Hasta, söylediklerinin hissedilmesini ister.
Terapi süresinin başarılı olması aynı zamanda hastaya bağlıdır. Hasta ne kadar sürece açık bir şekilde katılır ve üzerine düşeni yaparsa, terapi o kadar başarılı olur.
Bir hastalığı tedavi etmeye atılan ilk adım bile insanın üzerinden büyük yük alır.
Birisine olan güveninizi kaybetttiğinizde, sadece o bir parça değil, ona ilişkin geri kalan tüm hususları da sorgulamaya başlarız.
(Acaba, işyerlerimizi tasarlarken, kişisel olan herşeyi dışarıda bırakıp son derece sade bir iş yeri mi tasarlamalıyız)
Terapi sürecinin bir parçası olarak terapistler, hastaları, gerçekte oldukları gibi görmeye çalışır; sahici, oldukları gibi, tam tersine hastalar ise zayıflıkları ortaya çıkmasın, ezik gözükmesinler diye, seanslarda kendilerini olduklarından farklı göstermeye çalışır. Terapist, bu şekilde neyin yanlış olduğunu anlamaya çalışır.
Terapinin başarılı olması için insanın, hiçbir şey saklamaması lazım; içini olduğu gibi boşaltması lazım.
Bağlanma Stili: insanın küçükken sevdikleri ile birlikte kurduğu bağın türüne verilen ad. Bağlanma stilleri çok önemlidir; çünkü insanın büyüyünce ilişki / bağ kuracağı diğer insanlarla olan ilişkilerini doğrudan etkiler. Sorunlu bağ kurma şekilleri, ileride terapi yolu ile düzeltilebilir ancak bu, çok yoğun bir çaba gerektirir.
Önemli olan iyileştirici sözler değil, iyileştirici eylemlerdir.
Terapi süreci adım adımdır; iyileşme sürecine giden yol, terapist ile hastasının birbirlerine tam olarak güvenebilmelerini içeren bir bağ kurabilmeleri ile başlar. Bunun için hastaların başta kendilerinin terapist tarafndan dinlenildiği, hissedildiğini hissetmesi önemlidir.
Duygusal tepkiler, üstteki görünür kalkanlardır ve bunlar, ilk anda kişiyi korumak için önemli ve gereklidir; ancak meselenin kalbine inmek için, bunları bir kenara bırakmak gerekir; kişinin bunu tek başına yapması çok zordur; işte terapi ve terapist bu noktada devreye girer. Terapist bir takım teknikler uygulayarak meselenin özüne iner.
Psikoterapi, bir anlamda, fiziko terapiye benzer; başlangıçta zordur ve acı verir. Hatta insanın durumu, bir miktar, başlangıçta geriye de gidebilir. Ama düzenli olarak tedaviye gider ve üzerinize düşeni yaparsanız, bu süreçten çok daha sağlıklı çıkarsınız.
Terapist, hasta ilişkisinde, terapistin, hastanın savunma duvarlarının arkasına geçmesi, bunun bir yolunu bulması gerekir. (Mesela cep telefonu, sıkça kullanılan bir savunma mekanizmasıdır; kişi, karşı karşıya gelmek istemediği bir sorun olduğu zaman, cep telefonu ile oynar, konuşmaya başlar.)
Genel bir kural olarak, bir hasta, dışarıda başkalarına nasıl davranıyorsa, terapistine de öyle davranır. Bir hasta / müvekkil / müşteri / danışan, yanlış, hatalı, sorunlu şekilde kişiye karşı davranıyorsa, bunu kesinlikle onun yanına bırakmamak ve uygun bir zamanda uygun bir dille kendisine söylemek gerekir. "Bana şöyle davrandın ve kendimi şöyle hissettim." şeklinde kırıcı olmadan.
"İdiot Compassion - Aptal Merhameti" - Karşıdakinin duygularını incitmekten korkarak, kaba, ölçüsüz, hatalı davranan bir kişiye, gerektiği yerde gerektiği tepkiyi göstermemek ve daha büyük bir soruna neden olmak. İnsanlar bunu özellikle yakınlarına karşı çok yaparlar. "Wise Compassion - Bilge Merhameti" Önceki durumun tam tersidir; karşıdaki kişiye değer vermek ve gerektiği zaman uygun şekilde karşıdaki kişiyi gerçek ile yüzyüze bırakmak anlamına gelir.
Harry Stack Sullivan der ki, ruh hastalıkları, kişinin kendi zihninden değil, başkaları ile yaşadığı ilişkilerden meydana gelir; yani her sorun içsel, kişisel olmak zorunda değildir.
Bir terapistin duyduklarına karşı bir robot gibi tepkisiz olmasından ziyade, bunlar ile nasıl baş edeceği yolunda, farkındalığının olması daha önemlidir.
Terapiye gelen hastalar, yaşantılarının bir bölümünü paylaşır; bunu genele yaymak terapistin görevidir. Çoğu zaman terapistlerin, hızlı bir tedavi bulması mümkün değildir; çünkü bunun için önce, hastayı tanımaları gerekir; bu da vakit alır.
Terapistler, her bir seansta, hastaları hakkında öğrendikleri her bir parça bilgiyi teker teker birleştirerek, hastalarına, aslında ne olmakta olduğu konusunda yön, yol gösterirler. Her bir seansta geçen anlar ve yaşantılardan anlamlı bir hikaye oluşturmak terapistin işidir. İnsanlar, geçmişte yaşanan bir olayın ayrıntılarını, her zaman hatırlamayabilir ama o olayın, kendilerini nasıl hissettirdiğini, o an yaşadıkları duygu durumunu mutlaka hatırlar.
Yaratıcılık: Birden farklı şeyin özünü, iyi bir şekilde kavrayarak, bunları, daha önce yapılmamış bir şekilde bir araya getirme eylemi.
Haklı çıkmak için kendimize nedenler aramaya başladığımız zaman, karşı tarafı dinlemeyi, anlamaya çalışmayı bırakırız ve bu sağlıklı bir durum değildir.
(Pain & Suffering - Ağrı ve Acı Çekme) Bu iki kavram arasında fark vardır; herkes zaman zaman ağrı hisseder ancak acı çekmek, sağlıklı olmayan bir tercihtir. Acı çekme tercihinin, kişinin farkında olmadığı bir koruma / iyileşme / kaçınma mekanizması olması mümkündür.
Duygularınızı yargılamayın; onların farkına varın. Duygularınızı, bir harita gibi kullanın; hakikatten korkmayın. Genellikle en çok karşı çıktığımız şeyler, en çok dikkat edip bakmamız, incelememiz gereken şeylerdir.
Çoğu zaman, bugünkü sorunlarımızın kaynağı geçmişimizdedir. Biz, kendimize, doğru olmayan, hayallere dayanan bir geçmiş yaratmak yerine geçmişte yaşadıklarımız ile yüzleşmeli ve yolumuza bu şekilde devam etmeliyiz; çünkü geçmişte olan olmuştur; geçmişte olup biteni artık değiştiremeyiz. Ama geçmiş kadar geleceğin de en az bir bu kadar önemli olduğunu unutmamalıyız. Geleceği, bugünkü karar ve eylemlerimizle yaratıyoruz. Bugün, başımıza bir şey gelince, bu, bizim geleceğimizi de etkiliyor. Geleceğimizin elimizden alınması ise, bir insanı etkileyen aslında en önemli olaylardan bir tanesidir. Dün ile bugün arasında kavga çıkarsa, yarın kaybeder. Biz zamanı, dün, bugün ve yarından oluşan bölünmez bir bütün, bir çizgi olarak düşünmeli ve ona göre hareket etmeliyiz.
Hayatımız devam ederken, beklediğimizden farklı bir durumla karşılaştığımızda, başlangıçta bunu yadırgayabiliriz ama buna takılı kalırsak, hayatımızı kendimize zindan ederiz. Önemli olan bu duruma karşı yaklaşımımızdır; yani durumu değiştirme imkanımız yoksa, yapılması gereken, bu yeni durumdaki güzellikleri fark etmek ve bu süreçten keyif almaya bakmaktır.
Tüm hata, günah ve sevahlarımızla kendimizi olduğu gibi kabul edebilmek, kendimize karşı yapabileceğimiz en doğru harekettir.
İnsanlar, "bucket list" fikrine, ölmek üzere olduklarını öğrendikleri zaman yaklaşır; halbuki bunu, insanın sağlıkta iken denemesi, yapması daha doğrudur. Çünkü sonuçta hepimiz bir zaman öleceğiz; bu listeyi yapanlardan tek farkımız, ne zaman, nasıl, nerede öleceğimizi bilmiyor olmamız. O zaman yapmamız gereken; istediğimiz hayal ettiğimiz şeyler için sürekli hayal kurup, bunları ertelemeyi bırakıp artık eyleme geçmektir. Çünkü, hayat zaten sürekli belirsizlik içerir.
Mükemmel ebeveyn yoktur; oldukça iyi ebeveyn vardır.
Psikoterapi sırasında, insanların geçmişine inerek, özellikle onların anne - babaları ile olan ilişkilerini deşmelerinin nedeni, anne - babaları eleştirmek ya da yanlışlamak değil, tersine, kişinin anne - babası ile olan ilişkisinin, bugününe nasıl etki ettiğini anlamak ve insanın geçmişinin, bugününü olumsuz olarak etkilemesine engel olmaktır.
Araştırmalar, çocuğunun kötülüğünü kasıtlı olarak isteyen ebeveyn türünü azınlıkta görmektedir.
(Personality Disorder - Kişilik Bozukluğu) - Kişilik bozuklukları, insanın kişiliğinin uzun vadede bir parçası olduğu için, iyileştirilmesi kolay değildir. Kaldı ki herkes, zaman zaman benzeri durumlar yaşayabilir; bu nedenle teşhisi tam olarak da koymak zordur.
Terapistlerin, hastalarına, kendi geçmişlerini bir kenara bırakarak yaklaşmaları gerektiğini söyleyen bir görüş vardır. Yine de geçmişi tamamiyle devreden çıkartarak, sadece bugüne yoğunlaşmak mümkün ve kolay olmayabilir.
İnsan hayatında kayıplar aslında iki boyutludur. Üstte gerçek, fiziki kayıp vardır. Ör. bir yakının kaybı; altta ise o kaybın bizde yarattığı duygusal kayıplar yer alır. Bu nedenle, örneğin, boşanma sadece, kişinin bir başka kişiyi kaybetmesi değil, aynı zamanda kendi geleceği, yaşamının bir parçasını kaybetmesi şeklinde kendisinin bir parçasını kaybetmesi anlamına gelir. Boşanma durumunda, insanın yeni bir kişi ile tekrar aynı yakınlıkta yeni bir ilişkiye başlayacak olması dolayısıyla yaşadığı korku da bunun bir parçasıdır.
Hepimizin başkalarını anlamaya ve başkalarının da bizi anlamasına çok istek ve ihtiyacımız vardır. Yine de en büyük sorunumuz, bu anlama ve anlaşılma ihtiyacımızın altında yatan asıl neden, bilememektir; asıl hep bunun peşinde koşarız.
Bir çok kişi, terapiye kendiliğinden ziyade, başkaları hakkındaki merakları nedeniyle başlar. (Kocam bana neden böyle davranıyor?) Ancak sonrasında konu, kendilerine gelir.
Genellikle, bir hasta ile terapisti arasında olup bitenler; dışarıda hasta ile diğer kişiler arasında olup bitenlere çok benzer; terapist, bunu izole bir odada görüp yansıtarak, hastanın da görmesini, anlamasını sağlar.
Terapistler, hastaları ile birlikteyken, üç tür bilgi kaynağı kullanır: Hastaların söyledikleri; hastaların yaptıkları ve hastaları ile seansları sırasında nasıl hissettikleri.
Bir terapist için en zor hasta türü, uzun süre terapiye devam ettikleri halde bir türlü değiş(e)meyen hastalardır.
Terapistler, hastalar için başlarını omuzlarına koyup ağlayıp, yaptıkları için aferin aldıktan sonra hayatlarına kaldıkları yerden devam edecekleri kişiler değildir. Evet, terapistler, gerektiğinde hastaları teselli eder ama bunun amacı, hastanın sağlıklı bir şekilde dönüşümünü sağlamaktır. Bunun için terapistler, hastalara, doğrudan konuşarak onlara neyin ne olduğunu anlatmak yerine, hastayı yönlendirip bunu hastanın kendisinin yapmasını sağlamaktır. Çünkü insanın en önem verdiği hakikatler, kendisinin yavaş yavaş ulaştığı hakikatlerdir. Terapinin bir yanı ile zor olmasının nedeni, insanın, kendisinin aslında görmek istemediği yanlarını ona göstermesidir.
Fear of Exclusion - Dışlanma Korkusu - Bir insanın, başkaları tarafından gerektiği kadar ilgi, değer, sevgi görmeyeceği üzerine temellenen korkusu. Jung der ki, kişinin korkuları özellikle rüyalarda ortaya çıkar. İnsanlar küçük düşürülmekten, hata yapmaktan, yalnız kalmaktan ama bağ kurmaktan da korkar. İnsanlar mutsuz olmaktan, çok mutlu olmaktan; ailelerine düşkün olmaktan ya da onlardan kopmaktan başta olmak üzere bir çok şeyden korkar. En zor olanı, korktuğumuz şeyleri kendimize kabul etmektir. İnsanın en büyük korkularından bir tanesi ise ölüm korkusudur.
Goethe: Bir çok ebeveyn, çocuklarının yaşamlarını fazlasıyla kolaylaştırmak adına aslında onlar için en büyük kötülüğü yapar. İyi ebeveynliğin, çocuk yetiştirmenin evrensel altın kuralları: 1. Moderation, 2. Empathy, 3. Temperemental accomodation with one's child.
Mutluluk = Gerçeklik eksi beklentiler. Bir başka ifade ile mutluluk, insanın hayatında olayların iyi & çok iyi gitmesi değil, beklenenin üzerinde, ötesinde gerçekleşmesidir. Ör. insan, asgari ücret ile sıkı ekonomik koşullarda yaşıyor olabilir; o ayki beklentisi yine asgari ücret almak iken bunun üzerinde bir gelir elde ederse mutlu olur; ya da sağlığı çok kötü seyretekte olan bir hasta, altı ayda düzelmeyi beklerken üç ayda iyileşir ya da iyileşeceğini öğrenirse yine mutlu olur; dolayısıyla, mutluluk hissi, aslında insanın beklentileri ile ilgili bir duygu durumudur; bu anlamda insanın gerçekte sahip olduğu maddi, fiziksel koşulları ile de bire bir bağlantılı omak zorunda değildir.
İnsanın aynı anda birden fazla ve farklı şey düşünen, hisseden, talep eden yanları vardır; insan bunları bastırdıkça bu aykırı düşünceler, kendilerine sızacak yeni boşluklar bulur; kendilerini farklı davranış kalıpları ile gösterir. Doğru olan, açığa çıkmak için çaba gösteren bu duygu ve düşünceleri bastırıp, engellemeye çalışmak yerine onlar ile sağlıklı bir şekilde yüzleşmek ve bunların nedenini anlamaya çalışmaktır.
Evlilik içerisinde, çiftler mevcut durumu sürdürmeye genellikle alışkın ve istekli olur; dolayısıyla eşlerden bir tanesi, kendisi bakımından herhangi bir konuda kişisel ilerlemeler kaydettiğinde, diğer eş, bunun mevcut durumun bozulmasına neden olacağını düşünürse bu değişikliklere olumsuz tepki verir; hatta yer yer bunu engellemeye çalışır.
Duygular, davranışları tetikler. Duygularımızı tanır, onların farkında olur ve doğru şekilde nitelersek, bir duygu durumunda, hangi davranışı seçeceğimize farkında olmadan değil, bilinçli olarak kendimiz karar verebiliriz. Bu nedenle kendimizi ve duygularımızı bilmek önemlidir. Erkekler bu konuda kadınlardan daha zorlanır.
Terapi, bir anlamda, kişinin, kendisini tanıması, anlamasıdır. Bunun bir yolu da kişinin kendisi hakkında bildiği sandığı şeylere, sanki bilmiyormuş gibi yaklaşmasından geçer.
Einstein: Hiçbir sorun, onu meydana getiren bilinç düzeyinde çözülemez.
Terapi ile insan, bir takım şeylerin, sorunların farkına varabilir ancak farkına vardığı sorun ya da durumları değiştirmek için eyleme geçmezse o zaman terapi aslında hiç bir işe yaramamış demektir.
Bir kişi intihar etmekten bahsettiği zaman genellikle kendini gerçekten öldürmek istemiyordur; asıl kast ettiği, kendisini gerçekten büyük ölçüde rahatsız eden bir sorundan kurtulma isteğidir.
Günümüzde yaşlılar, 60 ve üzerindeki kişiler, eski nesillerin yaşlılarından daha yetenekli, eğitimli, zeki ve becerikli; yine de işleri gençler tarafından ellerinden alınıyor. O zaman bu kişilerin, 60 - 90 arasındaki ömür sürelerini nasıl geçirmeleri bekleniyor?
Depresyonun aksi mutluluk değil, canlılık, yaşam dolu olmaktır.
Pişmanlık hissi insanı iki şekilde de etkileyebilir; 1. Geçmişe ya da bir olaya, kişiye takılıp kalma, 2. Yaşadığı olay sonucunda değişme isteği.
İnsan, sadece sessizlikte kendisini duyabilir. Sessizlik, özellikle başkası ile paylaşılırsa daha da etkili olur.
İnsanlar, olgunlaştıkları zaman, küçükken evlerinde olan anne - babalarına yakın karakterde insanları kendilerine yakın bulurlar; bu ebeveyn aslında sorunlu kişiler bile olsa. Bunun nedeni, o kişilerin, insana, "ev"i; "kendi çocuklukları"nı hatırlatmasıdır. Bazen birey şöyle düşünür: "Bu kişi bana çocukluğumdaki sorunlu anne & babamı hatırlatıyor; şimdi onunla birlikte olursam, onu ve dolayısıyla sorunlu durumu kontrol altına alıp kendimi iyileştirebilirim." Halbuki gerçekte durum tam tersi olur ve olgun birey bir kez daha hayal kırıklığına uğrar. Ancak insanlar bunu bilinçli olarak değil, farkına varmadan yapar.
"See one, do one, teach one" method; bir tane gör, bir tane yap, bir tane öğret metodu.
Terapi sırasında bir insanın / hastanın en önde gelen isteği, terapist tarafından anlaşılmaktır.
Kendi hayatımızda gerçek olmadıktan sonra, hiç bir şeye, hiç kimseye faydamız dokunamaz.
Gerçek, onunla yüzleşmeyi gerektirir / getirir. Bu nedenle, insanların çoğu gerçeklerden korkar ve ondan kaçıp kendisini kandırmayı tercih eder.
Depresyonu yenmek için harekete geçmek, sosyal ilişkiler kurmak ve insanı, sabahları yataktan kaldıracak, günlük bir amaç, anlam bulmak gerekir.
Bazen insanın, dışarıya karşı yaşadığı drama anları, iç dünyasında yaşadığı krizleri, sorunları atlatmak, onlardan kaçmak için kullandığı bir mekanizma olabilir.
Ultracrepidarianism; insanın, kendi bilgi alanı ya da uzmanlığı dışındaki konu ya da konularda başkalarına nasihat verme alışkanlığıdır; mümkün mertebe buna dikkat edip bundan uzak durulmalıdır.
Terapistler başta olmak üzere, başka insanlar bir kişiye, sorunlarının çözümü için belki yardımcı olabilir ancak hiç kimse bir insanın yerine geçerek, sorunları onun adına çözemez. Her kişi sorumluluk alıp bunu kendisi yapmalıdır.
Terapi sırasında şöyle bir süreç ilerler: Hastanın terapiste sunduğu gerçekler genellikle gerçekte olup bitenin, hasta gözünden subjektif görünüşüdür. Süreç içerisinde, hastanın söyledikleri, daha çarpıtılmamış hale gelir; bu aşamada gerçek sorun, ilk baştakinden tamamiyle farklı bir hale bile gelebilir; hasta, bu sorunu aşmak için, terapistin kendisine nasihat vermesini ister, çünkü başarısız olursa bunun sorumluluğunu almak yerine, başkasını suçlamayı ister; bu daha kolaydır ve hastayı rahatlatır.
Belirli bir duruma ilişkin olarak nasihat isteyen bir kişiye verilecek olan cevap: (Soru: Sen benim yerimde olsaydın, bu durumda ne yapardın?) Cevap: Böyle bir durumda ben sadece kendimin ne yapabileceğini bilebilirim; senin ne yapman gerektiğini bilemem.
Bazense insanın hayatındaki kimi sorunlar aslında gerçek anlamda birer sorun değildir; bu gibi durumları oluruna bırakmak, olduğu gibi kabul etmek daha doğrudur.
Evlilikte, bir konuda gelişen, ilerleyen eşi kıskanmak doğal ve yaygın olduğu gibi, bunu konuşmanın bir tabu olması da doğal ve aynı derecede yaygındır.
Önemli sorulardan bir tanesi: "Why are we essentially outsourcing the thing that defines us as people?" - Sherry Turkle. MIT Araştırmacısı. "Bizi, insan olarak tanımlayan önemli şeyleri neden dışımıza atfederiz?"
Kaçınmak bir savunma davranışıdır; insan, korktuğu şeyden kaçınır.
İnsanın en büyük dört korkusu: 1. Ölüm, 2. Yalnız Kalmak, 3. Özgürlük, 4. Anlamsızlık.
Değişmenin Beş Aşaması - James Prochaska:
- Pre - Contemplation: Kişinin, değişmek hakkında hiçbir düşüncesinin dahi bulunmadığı aşamadır. Terapist, hastasını, belli bir konuda eylemde bulunmaya vb. ikna etmeye çalışmaz; bunun yerine, hastalarının kendilerini daha iyi tanımalarına ve kendilerinde değişimi tetikleyecek doğru sorular sormalarına yardımcı olur. Hasta, doğru soruları sorup cevaplarını aldıkça, kendi kendini ikna etmeye başlar.
- Contemplation: Değişime direnme aşaması. Kişi, bu aşamada kendisine, yaşamına, davranışlarına ilişkin bir değişiklik yapması gerektiğini bilmekte ancak buna karşı direnmektedir. İnsanlar genellikle terapiye bu aşamada başlar. Değişime direnmenin nedeni, eski de olsa elindekini kaybetmenin korkusu ve yerine ne getireceğine / koyacağına ilişkin belirsizlik, kaygıdır.
- Preperation: Değişime direnmeyi bırakıp, değişmeye başlaması aşamasıdır.
- Action: Eyleme geçme aşaması. Bu aşamada kişi, değişim eylemini fiilen gerçekleştirmeye başlar.
- Maintenance: Geçirilen değişimi kalıcı hale getirme aşaması. En zor aşama budur; bir çok kişi bu aşamada ileriye, geriye gidip gelebilir; değişiklik noktasının ilerisinde ya da gerisinde kalabilir.
Reactive vs. Responding = Reflexive vs. Chosen; bir başka anlatımla, Tepkisel & Cevap Veren = Kendiliğinden & Biliçli; Viktor Frankl: Uyaran ile tepki arasında bir boşluk vardır. O boşluk bize cevabımızı / eylemimizi seçme özgürlüğü verir. Kişisel özgürlüğümüz ve gelişimimiz, o boşlukta gizlidir. Ne durumda olursa olsun, insan, vereceği karşılığı seçme özgürlüğüne sahiptir ve bu özgürlük onun en önemli yanıdır.
Gerçek, bizi utançtan kurtarır.
PsikoSosyal Gelişimin Sekiz Aşaması - Erik Erikson
- Infant (hope) - trust vs. mistrust
- Toddler (will) - autonomy vs. shame
- Preschooler (purpose) - initiative vs. guilt
- School age child (competence) - industry vs. inferiority
- Adolescent (fidelity) - identity vs. role confusion
- Young adult (love) - intimacy vs. isolation
- Middle aged adult (care) - generativity vs. stagnation
- Older adult (wisdom) - integrity vs. despair
Bu son aşamaya ilişkin olarak Erikson der ki, yaşamın son bölümünde, insanlar anlamlı bir yaşam sürdükleri inancındaysa, bir dürüstlük ve bütünlük hissi yaşar ve böylece yaklaşan ölümü daha kolay kabul eder. Ama bunun yerine geçmişte çözülemeyen pişmanlık ve sorunlar içerindeyse, bu iç huzurunu bulamaz ve ümitsizlik, üzüntü ve kedere sürüklenir.
Hayatın en zor sorularından bir tanesi, aileme ne borçluyum, ailem bana ne borçlu sorusudur.
Anne babaların, ileriki yaşlarda, kendilerinden daha iyi yaşam süren çocuklarını kıskanmaları sık rastlanan bir durumdur. Ancak bunun ölçüsü kaçtığında, çoğunlukla, çocuklarının kendilerinden uzaklaşması ile sonuçlanır; bu durum, her iki tarafa da üzüntü ve acı verir.
Af dilemek - Affetmek, karmaşık kavramlardır. Birisini incittiğinizde, kendinizin mi yoksa karşı tarafın mı içi rahat etsin diye özür diler ya da sizden özür dileyen birisini affedersiniz?
İnsanın kimi zaman, geçmişe takılıp kalmadan, hayatına devam edebilmesi için geçmişte yaşanan bir olayı, bir kişiyi affetmesi, bağışlaması istenebilir; bu, her durumda mümkün olmadığı gibi doğru da değildir; hayata sağlıklı şekilde devam etmenin bundan başka yolları da vardır. Bize zarar veren bir kişiyi illa ki affetmek zorunda değiliz; ancak ona merhamet gösterebiliriz; bu çok daha farklı bir kavramdır. Kimi zaman, birisini affetmeden ona merhamet göstermek, kendi yaşamımıza daha kolay devam etmeye yardımcı olur.
Kendimizi affedebilmek çok daha zor olduğu için, bunun yerine kolaya kaçar ve eylemimizden dolayı başkasının bizi affetmesini isteriz. Diğer yandan, bazen, kendimizi, belirli hatalar üzerinden anlamsızca fazla da yargılıyor olabiliriz; bunun dengesine dikkat etmek gerekir.
Bir terapistin, hastasına karşı, ılımlı, yargılamadan ve onun gelişimine inanan şekilde yaklaşıyor olması gerekir. “Koşulsuz olumlu yaklaşım”, bir duygu değil, tavırdır. Bir hastanın iyileşme sürecinde, terapist - hasta arasındaki ilişki çok önemlidir.
Yas tutmanın aşamaları: 1. İnkar, 2. Öfke, 3. Pazarlık, 4. Depresyon, 5. Kabullenme
“Living on borrowed time:” hayatlarımız, yaşam sürelerimiz aslında bize verilen borçtur, ödünçtür.
İnsanlar, geçmiş deneyimleri özellikle nasıl sona erdiği ile hatırlar; iyi, olumlu bitirmek çok önemlidir.
Hayatın doğası değişmek, insanın doğası ise değişime direnmektir.
İlişkiler, özellikle, aile içi ilişkiler, rupture - repair döngüsü üzerine kuruludur. Zarar verme / sevgiyle onarma süreci şeklinde ilerler; sağlıklı olan, ilişkide karşı tarafa verilen her zararın, sevgi ile onarılmasıdır; bu onarma süreci asla eksik, yarım kalmamalıdır.
Önemli sorulardan bir tanesi de şudur: Belirsizliklerle dolu bir dünyada, kendimi nasıl güvenli hissederim?
Ölüm düşüncesi ile ilgili olarak şu sorunun üzerinde düşünülmelidir: Öldükten sonra, arkada, sevdiklerimize ne bırakmak istersiniz? Onların, ölürken, sizi nasıl uğurlamalarını istersiniz? Bu soruların cevaplarını sonraya bırakmak doğru değildir; çünkü ölümün ne zaman, nasıl geleceği belli olmaz. Ölürken, ailesi ile kırgınlıklarını arkada bırakmış olmak isteyen bir kişinin, bunun için çaba göstermeyi sürekli ertelemek yerine, bugünden, kendisi ve ailesi sağlıklıyken bunun için çaba göstermesi çok daha doğrudur; yoksa bunun için çok geç olabilir.
İnsan ölürken, genellikle sevdiklerine karşı aklından şu soru geçer: Benim bir yanım, sende yaşamaya devam edecek mi?
“Neredeyse” en zor olandır; neredeyse sınavı geçmek, neredeyse çocuk sahibi olmak, test sonucunun neredeyse sağlıklı çıkması gibi. İnsanların, hayallerinin peşinden gitmemesinin bir nedeni de deneyip, başarısız olunca karşılacakları duygu durumunun, daha baştan o şeyi denemeye nazaran çok daha acı verici olmasıdır.
En iyi vedalarda, sanki ayrılırken söyleyecek bir şey daha kaldı hissi vardır.
Herkesin hayatında, en azından bir tane, destansı bir aşk öyküsü bulunmalıdır.
(Terapide de) İnsan hayatındaki değişiklikler önce yavaş, sonra bir anda olur; ör. suyun kaynayıp, buharlaşması gibi; ilk doksandokuz derece, bunun hiçbir izi yoktur, o bir derece değişiklikle, yüz derecede su, birden buhara dönüşür.
“Bazen” kelimesi bizi kurtarır. Bazen kötüyüzdür; her zaman değil. Bazen tembelizdir, her zaman değil. Bazen kıskancızdır. “Bazen”, bizi, diğer insanlar ile eşitler; bizi siyah - beyaz düşünme tuzağından, tehlikesinden kurtarır. Kötü biri misin? Evet mi, hayır mı? Bazen. “Belki, mutluluk, bazendir.”
FLOW - Mihaly Csikszentmihalyi - akış hali.
Bir çok insan için kendi duygu ve düşünce dünyasına dalmak, karanlık bir vadiye girmeye benzer; kimse bunu yalnız yapmak istemez; bu nedenle terapiye gelirler.
Kendimizle konuşurken, başkaları ile konuşurken asla söyleyemeyeceğimiz şeyler söyler, itiraflarda bulunur, aklımızdan düşünceler geçiririz; ancak bunların üzerine bilinçli olarak düşünmeyiz bile; halbuki kendimizi daha iyi tanımak istiyorsak, asıl önem vermemiz, incelememiz gereken şeyler bunlardır.
First you will do, then you will understand. - Önce yapacak, sonra anlayacaksın.
“We grow in connection with others.” - Başkaları ile birlikte olarak gelişiriz.
İnsanın yaşamındaki ilişkiler asla sona ermez; hayatımıza bir şekilde giren herkes, farkında olalım ya da olmayalım, bizde mutlaka bir iz bırakır; bazen siz onlarla kafanızın içinde konuşursunuz, bazen onlar sizinle geceleri uykunuzda konuşur.
Kütüphane - Nitelikli Diğer Yazı ve Kitaplar İçin