Özet
Dürzilik, Fatımi halifesi Hakim Biemrillah’ı Tanrı’nın yeryüzündeki yansıması olarak kabul eden ezoterik bir inanç akımıdır. Buna göre Hakim'in birbirinden ayrılmayan duyularla anlaşılmaz, idrak edilemez ve görüldüğünün aynısı olmayan iki yüzü vardır. Tanrı hiçbir isimle tanımlanamaz, hiçbir şeye benzemez ve dengi yoktur. Tanrı’nın insanlarla konuşması mümkün olmadığından çeşitli tecellilerle insanlara yaklaşmıştır. Bu tecellilerin son ve en mükemmel tecellisi Hakim Biemrillah'ta görülmüştür. Dürziler’e göre Hakim, Tanrı'nın yeryüzündeki son suretidir; bu sebeple ona ibadet eder ve onu yüceltirler. Ayrıca, Tanrı’ın birliği ruhani ve cismani Hudûdun mertebeleri bilinmeden ve onlara tam olarak itaat edip bağlanmadan iman gerçekleşmez. Hudûdu, bilmek ve kendilerine itaat etmek Dürzilik’te kesin bir inanç esasıdır. Tanrı’ya ancak Hudûd ve yedi esasa uymak vasıtasıyla ulaşılabilir. Hudûd sadece Hâkim dönemi için değil, bütün dönemlerde var olan kozmik varlıklardır. Onlar ölmezler, değişik isimlere ve değişik cisimlere de girseler Tanrı’nın elçileridirler. Lübnanlı Dürziler, hakikate, bir başka deyişle, Tanrı’ya, Hakim Biemrillah’a inanıp, ona ibadet ederek ve Hudud aracılığıyla yedi esası takip ederek erişmeye çalışır, bu yolda daha da ilerlemek isteyenler ise Ukkal arasına dahil olup arayışlarına devam ederler.
Genel Durum
Fâtımîler’in altıncı halifesi el-Hâkim Biemrillah döneminde (995 - 1021) İsmâililik içerisinden çıkarak ayrılan ve el-Hâkim Biemrillah’ın ilahlığını iddia eden dini siyasi bir mezhep olarak Dürzilik, elHâkimiyye, el-Muvahhidûn, el-Muvahhidûn ed-Durûz, Benû Marûf , Âl-i Marûf, Davetü’t-Tevhîd ve en çok da Dürziyye ve Durûz olmak üzere farklı biçimlerde isimlendirilmiştir. Mezhebin Durûz ya da Dürziyye şeklinde isimlendirilmesinin nedeni hakkında farklı görüşler vardır. Bunlardan yaygın bir şekilde kabul edileni, Dürzîliğin, Muhammed b. İsmail Neştekin ed-Derezi adındaki daiye nispetle bu ismi almış olduğudur. Bununla birlikte Dürzîler, ed-Derezi’nin muhtemelen mezhebin kurucusu ve Dürzî Tevhid öğretisinin teorisyeni kabul edilen Hamza b. Ali ile girdiği liderlik ve imamlık mücadelesi nedeniyle, kendilerinin ona nispetle anılmasını reddederler. Bunun yerine Dürzî tabirinin Hâkim Biemrillah’ın komutanlarından Ebû Mansûr Anuştekin edDerezî’ye nispetle kullanıldığını iddia ederler. Dürzi tabirinin kökenine dair bir diğer iddia, onun “Dreux” isminin bozulmuş şekli olduğudur. Buna göre Kudüs 1190 yılında Müslümanlar tarafından Haçlılardan alındıktan sonra, bir haçlı alayının kumandanı olan Comte de Dreux’un yolu kesilerek Engaddi yakınında bulunan bir kaleye iltica etmek zorunda bırakıldı. Bu haçlılar kırk sene boyunca Müslümanların müteaddit hücumlarına mukavemet ederek komşuları olan İsmailî ve civar kasabaların halkı arasına karıştılar. Müslümanlara karsı müşterek bir kinle bağlı bulunan Hıristiyanlarla İsmaililer birleşerek yeni bir cemiyet meydana getirdiler. İşte bu cemiyet “Dreux” isminin bozulmuş şekli olan “Dürzî” ismi ile bilinen topluluktur.
Dürziliğin inanç temelleri eski Mısır, Mecûsilik, Yeni Eflatunculuk, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam inançlarına, daha özelde İsmailî inançlara dayanır. Fatımîlerin başkenti Kahire, Dürzî fikirlerin temellerinin atıldığı ve inançlarının sistemleştirildiği bir merkez konumundadır.
Dürzilik, bir inanç olarak, Fatimî Devletinin kurucularının inanışları olan ve Şiiliğin altıncı imamı olan Cafer-i Sadık’ın ölümünden sonra ortaya çıkan İsmailîliğe bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim Dürziler, Mısır’daki Fatımî hükümdar el-Hâkim bi-Emrillah’ın tanrılığına iman edip, bizzat bu hükümdara ibadet etmişlerdir. Hâkim bi-Emrillah da kendi tanrılığını kabul etmiş ve vaazlardan önce “bismillahirrahmanirrahim” yerine “bism’l-hâkimi’l-muhyi’l-mümît” ifadesinin okunmasını emretmiştir. Hâkim bi-Emrillah, Müslüman bir grup ya da akıl dışı hareketlerinden rahatsızlık duyan kızkardeşi Sittülmülk tarafından 1021 yılında öldürülmüştür. Dürzilerin inanışına göre ise Hâkim bi-Emrillah bir gece yalnız başına Hulvân kasabasına gelip buradan semaya yükselmiştir ve bir tekrar geri dönerek insanlara hakikati anlatacak, Yecüc ve Mecüc’ün Mekke’yi işgal etmesine yardımcı olacak, kılıcını Hamza bin Ali’ye teslim edip Kabe’yi yıkacak ve dünyayı yönetme görevini Dürzilere verecektir.
Hâkim bi-Emrillah hayattayken onun tanrılığını ilk kabul eden kişi Şeyh Muhammed Derezî isminde bir şahıstır. Dürziliğe adını veren Derezî, Hâkim bi-Emrillah’ın tanrılığını herkese ilan edince halk kendisine saldırmış ve hayatını kaybetmiştir. Derezî’nin ölümünden sonra Hamza bin Ali, Derezî’nin davasını devam ettirmiş, kendisini Dürzi inanç esaslarının merkezine yerleştirerek bulunduğu coğrafyadaki diğer dinlerin ve felsefî görüşlerin etkisi altında kalarak Dürziliğin temel inançlarını oluşturmuş ve Hâkim bi-Emrillah’a ibadet maksadıyla Mısır’da gizlice mabetler inşa ettirmiştir. Bu nedenle Dürzîler, Hamza bin Ali’yi adeta bir peygamber olarak görmüşlerdir. Hamza bin Ali, aynı dönemde kendisini de küllî akıl ve yegâne imam ilan etmiştir. Böylece Dürzilik, İsmaililikten ayrılmıştır. Hamza bin Ali de zaman içerisinde inzivaya çekilmiş, oluşan boşluğu doldurmak, Ali bin Ahmed Muktenâ Bahauddin’e kalmıştır. Bahauddin, temel Dürzî öğretisinin oluşmasına önemli katkılarda bulunmuş, bu öğreti hakkında birçok risale yazmıştır. Devletin yoğun baskısı neticesinde sık sık inzivaya çekilen Bahauddin, son olarak 1042 yılında yazdığı Menşûru’l-ğaybe isimli eserinde de Dürzi inancına davetin artık sonlandığını ve inanca yeni hükümlerin eklenmeyeceğini bildirerek bilinmeyen bir yere gitmiştir. Bu aşamadan itibaren Dürzilik, tamamen kapalı bir toplumun bir inanışı olarak devam etmiştir.
Dürzîler, Haçlı Seferleri sırasında İsmaililer ile birleşerek Müslüman ordularına karşı Hıristiyanların yanında yer almıştır. Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetinde çıkardıkları isyanlar nedeniyle devletle ters düşmüşler ve takibe alınmışlardır. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, Teym vadisinde Dürzîleri mağlup edip mabetlerine el koymuştur. Birinci Dünya Savaşında Osmanlılara karşı harekete geçmişler ve Fransız işgali sonucu 1918’de Osmanlı yönetiminden ayrılmışlardır. Fransızlar, Dürzîlerin yaşadıkları yörede 1921 yılında özerk “Cebel-i Dürz Emirliği”ni kurmuşlardır. 1936 yılında kaldırılan Dürzî Emirliği’nden sonra Dürzîlerin bir kısmı Suriye’ye, bir kısmı Lübnan’a bağlanmıştır. Dürzîlerin 12. yüzyıldan bugüne kadar süregelen faaliyetleri Şihâbiler, Ma’niler, Tenuhîler ve Canbolatlar adındaki önde gelen aileler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Dürzî öğreti büyük oranda İsmaililik’ten etkilenmiştir. Dürzîlik, İsmaililik’le benzeşen bir terminoloji ve tevil yöntemini kullanmıştır. Tanrı’nın gerçekliği hislerle ve hayallerle idrak edilmez, rey ve kıyasla bilinemez. O’nun ilahi yönünün gücü gözle görülemez, nasıllığı ve nerede olduğu bilinemez. O’nun bilinen bir mekânı yoktur. O, benzersiz, ortaksız, kadim ve ebedidir. Bu yüceliklere sahip olan Tanrı ile konuşmak mümkün olmadığı için, Tanrı farklı tecelli dönemleriyle kendisini açığa vurmuş ve insanlara yaklaşmış, Allah’ın en son ve en mükemmel tecellisi, Fatımilerin altıncı halifesi el-Hâkim Biemrillah’ta görülmüştür.
Tanrı kullarına kendisini bilmelerini ve kendisine kulluk etmelerini emretmiştir. Tanrı’nın bilgisini elde etmenin yolu ise Tanrı’nın bu dünyada farklı insani suretlerde tecelli ederek kendisi hakkındaki bilgileri bizzat kendisinin varlıklara açıkladığı inancıdır. Böylece Tanrı, Hâkim Biemrillah’ın suretinde kendisini insanlığa açmış olmaktadır. Hâkim, yaratanın son makamıdır. İnsanın arınıp kurtuluşa erebilmesi ancak, Hâkim’in bu özelliğiyle tanınıp kabul edilmesiyle mümkün olabilir. Tanrı’nın cisimleşmiş hâli olan Hamza b. Ali, bu hususta insanlara yardım etmekle görevlidir. İşte bu aşamadan sonra, İslam dâhil, bütün dinler ve hükümleri ortadan kalkar ve insanlığın son devri başlar. İnsanın varoluş sebebi kendisini Hâkim’de açıkça ortaya koyan Tanrı’ya ibadet etmektir. Bu anlayışın devamı olarak insanlar, somut olarak var olan bir şeye ibadet etmelidir. Her asırda, her zaman ve mekânda ibadet, görülen, sözü işitilen ve kendisiyle konuşulan bir varlığa yapılmalıdır. Dolayısıyla onlara göre Tanrı yerine onun yeryüzündeki sûretine yapılan ibadet gerçek ibadettir.
Dürzîliğe göre Tanrı’ın birliği ruhani ve cismani hudûdun mertebeleri bilinmeden ve onlara tam olarak itaat edip bağlanmadan iman gerçekleşmez. Bu hudûdu, bilmek ve kendilerine itaat etmek Dürzilik’te kesin bir inanç esasıdır. Tanrı’ya ancak Hudûd vasıtasıyla ulaşılabilir. Hudûd sadece Hâkim dönemi için değil, bütün dönemlerde var olan kozmik varlıklardır. Onlar ölmezler, değişik isimlere ve değişik cisimlere de girseler Tanrı’nın elçileridirler. Söz konusu hudûd sırasıyla Küllî Akıl, Küllî Nefs, Kelime, Sâbık ve Tâli olmak üzere beş tanedir.
Küllî Akıl: Hamza b. Ali b. Ahmed’dir. Hudûdun başı olan Külli Akıl, Tanrı tarafından kendi nurundan yaratılmıştır ve farklı dönemlerde farklı isimlerle zuhur etmiştir. Mesela Âdem döneminde Şatnil, Nuh döneminde Pisagorus, İbrahim döneminde Elyesa, Musa döneminde Şuayb, İsa döneminde Mesih Yesu ve Muhammed döneminde Selman olarak zuhur etmiştir. Küllî Nefs: Ebû İbrahim İsmail b. Muhammed b. Hamid et-Temîmî, beş ulvî hudûdun ikincisidir, Akl’a nispet edilir. Kelime: Ebû Abdillah Muhammed b. Vehb el-Kuraşî edDaî, ulvi beş Hudûd’un üçüncüsüdür. Nefs’ten sonra gelen hudûd olup Nefs’e nispet edilir. Sâbık: Ebû’l-Hayr Selâme b. Abdi’l-Vehhab es-Sâmirî edDaî, Sâbık’ın Allah’ın el-Hâkim tecellisindeki suretine verilen isim olup, Hudûd hiyerarşisinde dördüncü sırada yer alır, Kelime’ye nispet edilen Sâbık ona yardımcı olarak yaratılmıştır. Tâlî: Ebû’l-Hasan b. Ahmed et-Tâî es-Semûkî hudûdun beşincisi olan et-Tâlî’nin, Tanrı’nın Hâkim bi-Emrillah şekilde tecelli ettiği son devirdeki görünüşüne verilen isimdir. Daha çok “Muktenâ Bahauddîn” ismi ile bilinir. Muktenâ Bahauddîn’in en önemli özelligi bugün mevcut Resâilü’l-Hikme adlı Dürzi risalelerinin büyük çoğunluğunun yazarı olmasıdır. Cismani dünyanın yaratılması ona nispet edilir.
Dürzîlere göre, ruh bir bedenden başka bir bedene geçer. İnsanların ruhları bir defada ve belli sayıda yaratılmıştır. Bu bakımdan sayıları artmaz ve eksilmez. Ruh ölmez, ölen sadece bedendir. İnsan ölünce ruhu derhal bir başka cesette yeniden doğar. Ruh cesedi bir zarf gibi kullanır. Dolayısıyla ruhlar olduğu gibi kalırken, değişen cesetler ve bedenlerdir. Dürzîler bu inanç için gömlek giyme manasına gelen “tekammus” terimini kullanır. Dürziler ruhun sadece insani bir bedene sahip olduğunu kabul ederler. Bu, ruhun insan bedeninden başka varlıkların bedenine giremeyeceği anlamına gelir. Tekammus âlemin sonuna kadar devam edecektir. Ruhlar hakikate yakınlıkları nispetinde varlığın en yüksek derecesine ulaşacakları gibi, aksine hareket edip, dinin emirlerini ihmal ettiklerinden dolayı da dereceleri düşecektir.
Dürzîliğin hem inanç hem de ahlâkî yönü ile ilgili yedi tavsiye yahut haslet, mezhepte dördüncü farz olarak bilinir. Dürzîlere göre Hamza b. Ali, şahadet, namaz, zekât, oruç, hac, cihad ve velayet gibi esasları iptal etmiştir. Kaldırılan İslâmî esasların yerine konulan yedi esas şunlardır: 1. Doğru Sözlülük, 2. Din Kardeşlerini Korumak, 3. Var Olmayana ve Yalan Şeylere İbadetten Vazgeçmek, 4. İblisler ve Azgınlardan Uzaklaşmak, 5. Tevhidin Her Zaman, Asır, Vakit ve Devirde elHâkim bi-Emrillah Üzerinden Olduğunu Kabul Etmek, 6. Hâkim Biemrillah’ın Tüm Fiillerine Razı Olmak, 7. Gizli ve Açık el-Hâkim’in Emir ve İradesine Kendini Teslim Etmek.
Dürzîlerde bilgeliğe yalnızca belirli bir dinsel eğitimi tamamlamış olan seçkin kişilerce ulaşılır; bunlara akıllılar anlamına gelen Ukkal denir. Bunlar başlarına beyaz sarık sararlar ve kendi aralarında ritüelik toplantılar düzenler. Dürzîlik'te Ukkal'in uygulamakta olduğu dokuz dereceli bir hiyerarşik yapılanma bulunmaktadır. İnisiyasyonun ilk yılında deneme süresini tamamlayan aday asıl üyeliğe kabul edilebilir. Çıraklık devresini tamamlayan Dürzî’nin ancak ikinci yılda inancının simgesi olan beyaz sarık takmasına izin verilir ve mezhebin tüm gizemli âyinlerine katılmaya hak kazanır. Çoğunluğu oluşturan diğerleri Dürzî inançlarının yalnızca sınırlı bir bölümünü bilirler ve bunlara da cahiller anlamına gelen Cuhhal denilir. Bunlar ancak herkese açık ibadet yerlerinde buluşurlar. Böylelikle iki katlı bir inançsal yapıya sahip olan Dürzîlik, kendine özgü bir ezoterik yapı ortaya koymaktadır.
Sonuç
Öyle sanıyoruz ki bu noktaya kadar vermiş olduğumuz bilgiler, yazı konumuz olan “Dürzilik inancında hakikate nasıl ulaşılır?” sorusunun cevabı için bizi bir noktaya getirmiştir. Sorunun özlü cevabı şudur: Dürzi öğretide asıl amaç elHâkim bi-Emrillah’ın Tanrı’nın yeryüzündeki tecellilerinin son makamı olduğu ve dolayısıyla el-Hâkim bi-Emrillah’ın ulûhiyetini ispat etmektir. Tanrı’nın yeryüzündeki tecellisinin son ve en mükemmel hali Hakim Biemrillah'ta görülmüştür; bu sebeple ona ibadet eder ve onu yüceltirler. Ayrıca, Tanrı’ın birliği ruhani ve cismani Hudûdun mertebeleri bilinmeden ve onlara tam olarak itaat edip bağlanmadan iman gerçekleşmez. Hudûdu, bilmek ve kendilerine itaat etmek Dürzilik’te kesin bir inanç esasıdır. Tanrı’ya ancak Hudûd ve yedi esasa uymak vasıtasıyla ulaşılabilir. Lübnanlı Dürziler, hakikate, bir başka deyişle, Tanrı’ya, Hakim Biemrillah’a inanıp, ona ibadet ederek ve Hudud aracılığıyla yedi esası takip ederek erişmeye çalışır, bu yolda daha da ilerlemek isteyenler ise Ukkal arasına dahil olup arayışlarına devam ederler.
Kütüphane - Nitelikli Diğer Yazı ve Kitaplar İçin