🏛️ Stoacılık - Soru ve Cevaplar
- Stoacılık Nedir:
- Zenon Kimdir?
- Zenon’un Etkilendiği Filozoflar Kimlerdir?
- Stocılık Felsefesinin Adı Nereden Gelmiştir?
- Stoacılık Hangi Felsefi Akımdan Etkilenmiştir?
- Stoacılığın Tarihsel Çizgisi Nasıl İlerlemiştir?
- Stoacılık Günümüzde Neden Tekrar Popüler Hale Gelmiştir?
- Stoacılıkta Felsefe Kaça Ayrılır, Bunlar Nelerdir?
- Stoacılıkta Kainat Anlayışı Nasıldır?
- Stoacılıkta “Talih - Kader” Kavramı Nedir?
- Stoacılıkta Talih - Kadere Karşı Temel Yaklaşım Tarzı Nedir?
- Stoacılıkta İkili Durumlar ve Kontrol Alanı Kavramı Nedir?
- Stoacılıkta Ölüme Karşı Yaklaşım Nedir, Nasıldır?
- Stoacılıkta, Summum Bonum - En Yüce İyi Kavramı Nedir?
- Stoacılıkta Mutlu hayat = İyi Yaşam = Eudaimonia Nedir?
- Stoacılıkta Doğaya Uygun Yaşamak - Secundum Naturam Vivere Nedir?
- Stoacılığın Olumsuz ve/veya Eleştirilen Yönleri Nelerdir?
Stoacılık, MÖ. 336 - 264 yılları arasında yaşayan Zenon (Xenon) tarafından kurulmuş olan bir Yunan felsefe okuludur.
Zenon - Xenon, Kıbrıs’ın Kition şehrinde M.Ö. 334’te doğmuş, baba mesleğini sürdüren Fenikeli bir tüccardır. 22 yaşında mallarını taşıyan gemi batmış, canını zor kurtarmış, maddi ve manevi olarak çökmesi üzerine Delphi Tapınağı’na gidip akıl aramış; burada kendisine verilen öğütler üzerine ticareti bırakıp felsefe ile ilgilenmeye başlamıştır. 30 yaşında Atina’da bir kitapçıda 90 sene önce ölen Sokrates’in öğrencisi Ksenefon’un Hatıralar isimli kitabına rastlamış; içerisinde geçen Sokrates’in görüşlerinden etkilenmiş ve bu görüşleri takip etmeye başlamıştır.
Kinizm’in kurucusu, Sokrates’in öğrencisi Antistenes’tir. “Gölge etme, başka ihsan istemem.” diyen Diyojen de Antistenes’in öğrencisidir. Zenon’un, Atina’da kitapçıda tanıştığı Krates ise Diyojen’in öğrencisidir ve Zenon’un hocası olan Kinik filozoftur.
Zenon zamanında, Atina’da her filozofun, kendi görüşlerini, takipçilerine, belirli bir yerde öğretmesi esastı. Zenon da derslerini, Atina Agorası’nın kuzeybatısında yer alan ve bina önündeki sütunlar üzerine kapalı şekilde yer alan sundurma altında yürüyerek vermekteydi; bu yapıya aynı zamanda revak adı da verilmektedir. Önceleri Zenon’un kendi adıyla anılan öğretisi, zaman içerisinde bu yapıyla birlikte anılmaya başlamıştır, Türkçe’de Stoacılık, İngilizce’de Stoicism, Osmanlı Türkçesi’nde ise Revakçılık, İslam kaynaklarında ise Revakiye ya da Revakiyyun olarak ifade edilmektedir.
Stoacılık, Kinik felsefeden etkilenmiş, Epikür’ün ileri sürdüğü hazcı felsefeye karşı çıkmıştır. Kinik - Köpek (Yunanca) Bir felsefe ekolü olarak Kinikler, insan doğaya uygun yaşamalıdır der; bu nedenle, dışarıdan gelen ve doğal olmayan her şeye karşıdır. Bu karşıtlığa zenginlik de girer, şöhret de düzgün giyinmek de toplumsal kurallar da; çünkü bunların hepsi suni ve insan yapısıdır. Bu nedenle, kendilerine “köpek gibi yaşayanlar” anlamında Kinikler denilmiştir. Kinizm’in kurucusu, Sokrates’in öğrencisi Antistenes’tir. Büyük bir küp içerisinde yaşayan, elinde tüm gün yanan bir fenerle dolaşan ve kendisine ne yaptığı sorulduğunda “Gerçek, bilge insanı arıyorum.” diye cevap veren, Anadolu’yu fethettiği zaman kendisi ile tanışmak üzere gelen ve “Benden ne dilersin?” diye soran Büyük İskender’e “Gölge etme, başka ihsan istemem.” şeklinde cevap veren Sinoplu filozof Diyojen de kendisini Kinik felsefesine adamıştır. M.Ö. 341 - 270 yılları arasında yaşayan Epikür’ün temel görüşü ise insan yaşamının anlam ve amacının bu dünyada acı ve ızdıraptan uzak bir yaşam sürmek olduğu, bunun için duygusal hazlara yönelmenin gerekli olduğu görüşüdür; ancak bu görüşleri takipçileri tarafından genellikle daha geniş yorumlanmış ve insanın, maddi ve manevi hazların peşinden giderek sürdüğü bir yaşam olduğu ifade edilmiştir. Bu anlayışın takipçileri, yaşamlarını, özellikle bedensel zevklerin (şehvet, yeme içme vb.) ön plana çıktığı bir şekilde yaşamayı tercih ederler. Stoacılık, yaşamın anlam ve amacının mutluluk, buna giden yolun ise doğaya uygun yaşamak ve erdem olduğunu söyleyerek kendisini Epikür felsefesinin karşısında konumlandırmıştır.
Zenon’un ölümü M.Ö. 262’de yaşlılık ile doğal yollardan gerçekleşmiş, yerini öğrencisi Kleantes almış, onu da Kryssipos takip etmiştir. Özellike Kryssipos, Stoacılık felsefesine önemli katkılar yaptığı için ikinci kurucu olarak da adlandırılmış, bu üçlünün dönemine Erken Stoa dönemi denilmiştir. Arkasından, M.Ö 2 - 1 yy’larda Kato, Panaetius ve Posidonius gibi filozofları barındıran Orta Stoa dönemi ve en son olarak M.S. 1 - 2 yy’larda Rufus, Epiktetos, Seneca ve Marcus Aurelius’un dahil olduğu Geç Stoa ya da Roma Stoacılığı dönemi gelmiştir. Bu dönemin ardından gücü ve takipçileri azalan Stoacılık, Rönesans döneminde tekrar ele alınarak canlanmış ve panteizm yerine Hristiyanlığın Tanrısı yerleştirilerek yeniden yorumlanmıştır; bu döneme Neo-Stoacılık ismi verilmektedir. Son olarak ise 2000’li yıllardan itibaren tekrar gündeme gelmiş ve “Çağdaş Stoacılık” adıyla devam etmektedir; Çağdaş Stoacılık’ın takipçileri, bu görüşün metafizik yaklaşımlarını ikinci plana koyarak, erdem ve akıl merkezli bir yaşam felsefesini ön plana çıkartarak yaşamlarına uygulamaktadır. Stoacılık, Batı ahlak geleneğinin, Hristiyanlık’tan sonra en önemli ikinci parçasını oluşturur.
Stoacılığın 20. yüzyılda yeniden canlanması, 1971'de A. A. Long'un Problems in Stoicism adlı kitabının yayımlanması, erdem etiğine olan ilginin artması, Antik Stoacılık üzerine yapılan bilimsel çalışmaların yaygınlaşması ile başlamıştır. Ayrıca, akılcı duygusal davranışçı terapiyi geliştiren Albert Ellis'in ve bilişsel davranışçı terapinin kurucularından kabul edilen Aaron T. Beck ile Logoterapi’yi geliştiren psikolog Victor Frankl’ın çalışmaları da Stoa felsefesine olan ilgiyi artırmıştır.
Buna ilaveten, özellikle Avrupa ve ABD’de kurumsal inanç sistemlerine olan ilginin genel olarak azalması ile birlikte, bu toplumlarda yaşayan insanlar arasında, belirli bir kurumsal inanç sistemi yerine konulabilecek Budizm gibi inançlar yanında, felsefeye olan ilgi de artmış ve Stoacılık gibi yaklaşık 2.300 yıllık bir süreçte gelişerek gelen bir ahlaki yaşam sisteminin, kurumsal bir dinin yerini tutup tutmayacağı da merak edilir olmuş, bu merakın bir sonucu olarak takipçi sayısı da artmıştır.
Son olarak, Stoa felsefesine olan ilginin artışının önemli nedenlerinden bir tanesi ise 2020 yılında yaşanan Covid 19 salgınında yaşanan kapanma dönemi ve toplu ölümlerdir. Stoacılığın, “kadere teslimiyet” ancak yine de kader karşısında insanın duygularına hakim olabilmesi yönüyle Stoacılık, bir çok kişi için, psikolojik tedavi yerine salgın hastalığın getirdiği maddi ve manevi zorlukların üstesinden gelebilmek için de kullanılmıştır.
Günümüz Stoacılık ekolleri, bu felsefenin, panteizm ve kainatın çalışmasına yönelik kısımlarını bir kenara koyarak, özellikle yaşamın, toplumsal boyutunu da dikkate alarak, nasıl doğru şekilde yaşanması gerektiğini araştıran “etik” bölümü üzerine yoğunlaşarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela, ABD önceki başkanlarından Theodore Roosevelt, İngiliz yazar J. K. Rowling bu felsefe ekolünün tanınmış mensuplarındandır.
Zenon’a göre Stoa felsefesinin üç ana konusu vardı; bunlar 1. Fizik, 2. Mantık ve 3. Etik’tir. Fizik, dünya ve evrenin yaratılışı ve işleyişi üzerine görüşleri; Mantık, insan psikolojisi, doğru düşünme metotları, bilgiye ulaşmanın yolları ve Etik ise hayatta neyin önemli olduğu ve nasıl yaşamamız gerektiği konularını inceliyordu. Zenon’a göre fizik, mantık ve etiğin temelini oluşturur.
Stoacılık anlayışına göre, tüm kainatta geçerli bir neden & sonuç ilişkisi, ilahi bir kader vardır; determinizm olarak da tanımlanabilecek bu düzende cansız olan evren, bir akıl (Logos) tarafından yönetilir; Tanrı işte cansız ve Akıl - Logos ile birlikte bütün bu kainattır; insan da bu kainatın bir parçası olarak, aslında Tanrı’nın bir parçasıdır. Tanrı - Evren ve İnsan’ı bir bütün olarak ele alan bu anlayış “panteizm” olarak da adlandırılmaktadır. Bu görüşün ilk sonucuna göre tüm insanlar birbirinden etnisite, din, cinsiyet gibi kavramlar yönünden farksı ve kardeştir; zamanın toplumsal yapısı içerisinde Stoacı filozoflar, “kölelik” kurumuna bu nedenle karşı çıkmışlardır. Bu görüşün ikinci sonucuna göre ise, tüm kainat, önceden kuralları belirlenmiş bir nedensellik ilkesi üzerinde çalışır. Bu nedensellik ilkesi, kainatın ortaya çıkışı ile birlikte belirlendiği için ondan sonra meydana gelen tüm gelişmeler artık bu büyük planın bir parçasıdır ve insan, önceden belirlenmiş olan kaderine karşı çıkamaz.
Burada, arabanın arkasından iple çekilen bir köpek örneği verilmektedir; köpek, ne yaparsa yapsın, araba tarafından çekilecektir; bu çekilme hareketine karşı koyması sadece ona zarar verir; çünkü bu çekilme, onun kontrolü dışındadır; halbuki onun kontrolünde olan, arabayla birlikte hareket etme şeklindeki kendi eylemini akla uygun olarak düzenlemesidir; bu halde, yine belki araba tarafından çekilmeye devam edecektir ancak tüm bu süreçteki yerini, hareketlerini, konumunu kendisi belirlediği için bu durum kendisi için çok daha acısız ve ona zarar vermeyen şekilde ilerleyecektir.
Stoacılık felsefesinin temelinde bulunan kavramlardan önemli bir tanesi, “talih - kader” kavramıdır. Bu kavram; insana, yaşamında, kendisine ait olmayan her şeyi veren güç olarak tanımlanır ve bir üstteki sorunun cevabında işlenen Kainat kavramının da devamıdır. Kainatın ilkeleri neden & sonuç ilkeleri şeklinde doğar ve ilerler; bunun sonucunda kişiler için “talih” meydana gelir. Talih, bir insana servet getirebileceği gibi getirdiği serveti geri alır ya da tam tersi, kötü bir yaşam süren bir kişiye bir gün güzellikler getirir. Bilge kişi, talihin farkında olmalı ancak ona karşı “indifferent - kayıtsız” kalmalıdır. Talih kendisine zenginlik getirse buna bir önem ve değer atfetmemeli, talih kendisinden bir şey aldığında ise yine bunlara üzülmemelidir. Bilge bir kişi, talihin işleyemeyeceği bir dayanıklılığa sahip olmalıdır.
Bununla birlikte Seneca, talihin getirdiklerine yönelik olarak şöyle söyler: “Bilge kişi, rastlantısal şekilde karşısına çıkan talihin önüne koyduğu hediyeleri hak etmediğini düşünmez. O serveti sevmez ama ona sahip olmayı tercih eder. Onu ruhunda değil evinde ağırlar ve ona sahip olduğunda onu reddetmez, aksine onu tutar ve erdemini besleyecek bir imkan olarak görür.”
Bu noktada Stoacılık, içerisinden doğduğu Kinizm’den ayrılmaktadır. Kinik filozoflar, zenginlik ve maddi değerleri terk etmeyi savunurken, Stoacı filozoflar, talih - kaderin nasıl bir insanı tüm malvarlığından yoksun bırakmasını doğal karşılamak gerekirse onu maddi varlığa boğmasını da normal karşılamak gerektiğine inanıyorlardı. Stoacılıkta, kişinin sahip olduğu maddi zenginlik ve varlıklar, onun erdemli bir şekilde yaşayarak, içerisinde bulunduğu topluma faydalı olmasını sağlayan birer araç niteliğindeydi. Dolayısıyla buradaki temel yaklaşım, kişinin maddi varlıklardan kurtulmaya çalışması yerine, bunları yedinde tutması ve iyiye kullanması gerektiğiydi. Stoacılıkta önemli olan “erdemli yaşamak” olduğu için, zengin bir kişinin, fakir bir kişiye nazaran, olumlu erdemlerini yaşama geçirmek için daha fazla olanağa sahip olduğu da kabul ediliyordu. Bu pragmatik yaklaşımı ile Stoacılık, özellikle zengin Roma vatandaşları arasında kuvvetli taraftarlar bulabilmiştir.
Stoacı filozofların kabul ettikleri önemli bir yaklaşım ise talih - kaderin getirdiklerine karşı nasıl kayıtsız kalınacağına ilişkin düşünce tarzıdır. Talih - kaderin, insanın karşısına çıkardığı olay ve gelişmelere karşı “kayıtsız” kalabilmek için kişinin, bu olaylara karşı bakış açısını geliştirmesi, değiştirmesi zorunludur. Zira Stoacılıkta, önemli olan olayın kendisi değil, insanın bu olaya karşı tepkisi, yaklaşımıdır.
Epiktetos, “Başınıza gelen başınıza geldiğini düşündüğünüz şey değildir.” demektedir. Her insanın başına aynı kötü şeyler gelebilir ancak bu olaylara ancak olumlu ya da daha az olumsuz şekilde bakabilenler, bu olaylara karşı “kayıtsız” kalma gücüne sahiptir. Ör. kişi beklemediği bir anda işinden çıkartılabilir; ancak bu durumu bir kriz olarak görmek yerine yeni ve çok daha iyi bir kariyere başlamak için olumlu bir yöne doğru çevirmek yine kişinin kendi elinde olan bir şeydir.
Yine Epiktetos şöyle söylemektedir: “Kötü sözlerin ya da davranışların hiç biri aslında kötü değildir; onları kötü yapan sizin onları nasıl anladığınız ve yargıladığınızdır. Yani kendinizi aslında kendi düşüncenizin sinirlendirdiğinin farkına varın. Düşüncelerinizin sizi alıp sürüklemesine izin vermeyin. Tepkilerinizi yavaşlatmayı ve geciktirmeyi bir kez öğrenirseniz bu alışkanlık haline gelir ve hep öyle yaparsınız. Huylar ve davranışlar yaptıklarımızla desteklenir. Daha önce hiç olmayan huylar ortaya çıkar, var olanlar güç kazanır, artar.”
“Bazı şeyler bize bağlıdır; bazı şeyler bize bağlı değildir.” Epiktetos.
Talih - Kader kavramı içerisinde, insanın karşısına durmaksızın yeni olaylar, gelişmeler çıkmaktadır. Bu olay ve gelişmelerin bazıları, kontrolümüz dışında gelişir ve sonuç doğurur; bu kavrama “kontrol dikotomisi” adı verilir. ör. kişinin dünyaya gelmesi, ölmesi, yağmur yağması, salgın hastalık, ertesi gün ülkede ekonomik kriz meydana gelmesi gibi; Stoa felsefesine göre, insanın kontrolü dışında meydana gelen olayların sonuçlarına üzülmek doğru değildir, bu şekilde davranarak insan sadece kendisine haksızlık etmiş olur; çünkü insanın, bu olaylar ve neticeleri üzerinde irade sergileme imkanı yoktur; bir önceki örnekten hareketle; insan tek başına, ne yağmur yağmasına ne de ülkede ekonomik kriz çıkmasına engel olabilir.
Diğer yandan bazı şeyler & olaylar ise insanın kontrolü içerisindedir; o zaman bunların sonuçlarına üzülmek de doğru değildir çünkü bu durumda bilge insan, bunlar için eyleme girişip, olumsuz sonucu ortadan kaldırmaya gayret etmelidir. Bununla birlikte, insan gerekli eylemde bulunsa bile meydana gelen sonuç yine de kendisi açısından olumsuz olabilir; bu durumda da üzülmeye gerek yoktur; çünkü kainatın nedenselliği, bir başka deyişle, “talih kader” işlemiştir ve insan, elinden geleni yaptığı için de kendi kontrolü dışında gelişen talihin ortaya koyduğu sonucu kabul etmesi gerekir.
Dolayısıyla insan, öncelikle, karşılaştığı olaylara ilişkin olarak kontrol alanı içerisinde olup olmadığına bakmalı; kontrol alanı dışında kalan olaylara ilişkin olarak mümkünse “erdem”li bir davranış sergileyerek bunu değiştirme olanağı olup olmadığını araştırmalı; var ise elinden gelen erdemli davranışı sergilemeli; yok ise bu olay ve sonuçlarına karşı kayıtsız kalmalıdır. Karşılaştığı olay insanın kontrol alanı içerisinde kalıyor ise o zaman yine erdemli davranış sergileyerek olumlu sonuç doğmasına gayret etmelidir. İnsan, ancak bu şekilde, kendi eylemlerini belirleyerek gerçek anlamda “özgür” olabilir.
“Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için kuvvet, değiştirebileceğim şeyler için cesaret ve bu ikisini birbirinden ayırmak için akıl ver.” bir Stoa duasıdır ve 1934 yılında Amerikalı bir rahip tarafından söylenmiştir.
Örnek vermek gerekirse, bir öğrencinin, kaydolduğu üniversiteden mezun olup olamayacağına ilişkin bir çok değişken vardır; öğrencinin, bu değişkenlerin tümüne birden etki etmesi mümkün değildir; ancak aynı öğrencinin, kaydolduğu derslere devam edip, düzenli çalışarak sınavlarını başarıyla vermesi, tamamıyla kendi kontrol alanı içerisindeki faaliyetler bütünüdür ve bu şekilde davranarak doğru şekilde davranmış olur; öğrencinin dikkatini vermesi gereken alan tüm bir öğrencilik safhası değil, bu safha içerisinde kendisinin etki edebileceği faaliyetleri başarılı şekilde yerine getirmek olmalıdır.
Bu yaklaşım tarzı, kendisini bir başka şekilde daha gösterir; buna göre, sadece kişinin içsel ve doğal şekilde kendisiyle birlikte getirdikleri kendisine aittir; bunlar da temel olarak duygu, düşünce, davranış ve tutumlarıdır. Önemli olan bu içsel nitelikler üzerine eğilmektir. Zenginlik, şöhret gibi dışsal faktörler ise insanın doğumuyla birlikte değil sonradan kazandığı özellikler olduğu için mutluluğunu içsel faktörlerine bağlamış bir kişi, dışsal faktörlerin değişmesi sonucu da mutsuz olmaz. Bu nedenle önemli olan kişinin, dışsal değil içsel yönlerini geliştirmesidir.
Stoacılık felsefesinde, ölüm kavramı ve kişinin, ölüme karşı duruşu, önem verilen diğer bir husustur. “Memento mori - Ölümü hatırla!” bir Stoa sözü olup, kişinin bu dünyadaki hal, hareket ve davranışlarının sonlu olduğunu, ne zaman olduğu bilinmese de bir gün ölümle yüz yüze geleceğini, bu nedenle kişinin, kendisini, bir gün öleceği gerçeğine hazırlaması ve eylemlerini buna göre düzenlemesi gerektiğini ifade eder. Stoacılıkta ölüm, kişinin meydana gelmesine engel olamayacağı, doğal bir gelişme olarak kabul edilir. Ölüm, bu haliyle, “doğaya uygun” bir olaydır ve yukarıda anlatılanlar ışığında, kişinin, hiç bir şekilde meydana gelmesini engelleyemeyeceği bu olaya karşı olumsuz ya da üzgün bir şekilde yaklaşmasına da gerek yoktur; çünkü böyle bir yaklaşım anlamsız olacak, sadece kişinin kendisini daha çok yıpratmasına neden olacaktır. Yine bu anlayışta, ölümü seçebilmek ve vaktinde ölmek de bir erdemdir ve bu nedenle bir çok Stoacı filozof, intihar ederek ölmeyi seçmiştir.
Stoacılığın temelinde bulunan kavramlardan diğer bir tanesi de “summum bonum - En Yüce İyi”dir. Bu aynı zamanda “erdem - virtus” anlamına da gelir. Kişinin düşünce ve davranışlarını, aklını kullanarak, doğru bir muhakemeyle şekillendirmesini ifade eder. Stoacılık, insanı toplumsal bir varlık olarak ele alır ve aklın rehberliğinde yaşanan erdemli bir yaşamı savunur. İyiyi ve kötüyü aklıyla belirleyen, bunu yaparken ahlaki doğruluğa önem veren, ölçüsüz hazları reddeden ve erdemli yaşayan insan gerçekten mutlu insandır. Bu mutluluk, talihin getirdiği ya da götürdüğü şeylere dayanmadığı ve kaynağını kişinin özünde bulduğu için sarsılmaz ve değişmez niteliktedir. Bu bağlamda mutlu yaşamak, doğayla uyumlu yaşamaktır. Yaşam, doğru değerlendirildiğinde, kişiye yetecek kadar uzundur. Makam, mevki peşinde koşmak, yarını bugünün önüne koyduğu için yaşamı kısaltır. Bunun için insan kusurlarıyla yüzleşmeli, kendine dönmelidir. Bu da insanın, günlük görevlerinden gönüllü olarak vaz geçerek, gerektiğinde inzivaya çekilmesi ve felsefe ile uğraşması ile mümkün olur. Böylece insan, özellikle geçmişte yaşayan bilgelerle hercümerç olarak mutlu olur.
Seneca, “Erdemi ararken, neyi amaçladığımı sormakla ve onu aşan başka bir en yüce iyinin olup olmadığını merak etmekle hata yapıyorsun. Erdemle neyi hedeflediğimi mi soruyorsun? Kendisini hedefliyorum. Onun kendisinden değerli başka bir şeyi yok.” demektedir.
Stoacılıkta erdemin amacı bizzat kendisidir. Erdemli davranışla amaçlanan, doğaya uygun şekilde davranmış olmaktır; bu davranışın sonucu olarak olumlu ya da olumsuz bir sonuç beklenmediği gibi önemli olan erdemli davranma niyeti olduğu için, davranışın sonunda meydana gelen sonuç da önemsizdir; bilge kişi, erdemli davranmakla yetinir, sonucuna karşı kayıtsız kalır.
“Erdemli hayat, mutlu hayattır.” Mutlu hayat = iyi yaşam = eudaimonia = insana yakışan hayat = dış etkenlerden ziyade içsel huzura dayanan hayattır. Erdem ise insanın rasyonel ve toplumsal doğasına uygun olan hareket tarzıdır. Sokrates ve onun bir kaç kuşak ardından gelen Zenon, erdemleri, dört büyük erdem olarak sınıflandırmıştır. Bu dört büyük erdem, “cardinal virtues” olarak da ifade edilmektedir ve Bilgelik, Adalet, Cesaret ve Ölçülülük olarak ifade edilir. Zenon, insan yaşamındaki tüm erdemlerin, bu dört büyük erdemin çeşitleri olduğunu, insanın mutluluğunun, erdemli yaşamaktan geçtiğini, erdemden başka her şeyin kötülüğe bulaşabildiğini ancak bir tek erdemin saf ve kusursuz kaldığını savunur. Yine ona göre bu dört temel erdemin de en yücesi “bilgelik”tir; adalet, cesaret ve ölçülülük, bilgelik erdemini oluşturan sac ayaklarıdır. Bilgelik ise temel olarak, iyiyi ve kötüyü ayırabilme, iyiye uygun olarak hareket edebilmeve kötüden kaçınma yeteneğidir. Dolayısıyla bir insan erdemli olarak yaşadığı zaman, mutlu bir hayat, iyi bir yaşam sürecek ve eudaimonia’ya ulaşacaktır.
Bir şeyin gelişimi tamamlandığında ulaştığı durum o şeyin doğasıdır. Doğaya uygun yaşamak ise insanın, (akli, ruhi, bedeni, ahlaki) gelişimini en yüksek şekilde sağlayacak şekilde yaşamasıdır. Bunun yolu ise insanın duyguları ve hayvani içgüdüleri yerine aklını kullanarak yaşayışına önem ve öncelik vermesidir. Akıllıca bir yaşam ise erdemli bir yaşam anlamına gelir. Ancak insan, hayvandan farklı olarak, aynı zamanda toplumsal bir düzen içerisinde yaşamaktadır. Dolayısıyla doğaya uygun yaşamak, bir anlamda düzenli olarak, içerisinde yaşadığı toplumsal düzene uygun şekilde, aklını kullanarak, erdemli bir yaşam sürmektir.
Genel olarak bir çok olumlu yönüne karşılık Stoacılık bir kaç nedenle eleştirilmektedir. Bu nedenlerin başında Stoacılığın temelini oluşturan “kadere teslimiyet” anlayışı yatmaktadır. Kimi eleştirmenler, insanların, başlarına gelen olumsuz durumlara karşı “kayıtsız” kalmayı önerdiğini söyledikleri Stoacılığın, önerilenin aksine, pasif bir konumda kalmayı tercih ettiğini, bu durumu değiştirmek için aktif bir eyleme geçmekten kaçındığını; bu yaklaşımın da kimi zaman, gerek kişisel gerekse toplumsal sorunların çözümünü geciktirdiğini ya da sonuçsuz bıraktığını ifade etmektedir.
Stoacılığa getirilen bir başka eleştiri ise, özellikle maddi varlığı fazla, zengin kişilerin, Stoa felsefesinin zenginliği kabul eden yönüyle yetinip, bu zenginliğin iyiye ve toplumun faydasına kullanma bölümünü es geçtiklerini ve bu şekilde vicdanlarını rahatlatmak için bir araç olarak kullandıklarını söylemektedir.
📕 Kitap Özetleri
Seneca / Gladyatör Kararını Arenada Verir
- Kitabın linki ve bilgileri.
- Lucius Anneaus Seneca - Genç Seneca, M.Ö. 4 - İspanya, Cordoba doğumlu. Filozof, devlet adamı, yazar, hatip. Genç yaşta Stoacılık eğitimi aldı; Pompei ve Mısır’a gitti. 28 yaşında Roma’ya dönüp kamuda çalışmaya başladı. İmparator Caligula ve sonra gelen yöneticiler ile ters düştü; 8 sene yaşayacağı Korsika’ya sürgün edildi; burada zor bir dönem geçirdi; yazılar yazdı, sade bir yaşam sürdü; M.S. 48’de Roma’ya dönüşünün ardından yeni ve genç İmparator Neron’un hocalığını yaptı, devlet idaresinde görevler aldı. Neron’un akıl sağlığını yitirmesinin ardından görevlerinden ayrıldı ve üst üste eserler verdi; inzivaya çekilmiş olmakla birlikte adı Neron’a suikast iddiasına karışınca, intihar yolu ile ölüme mahkum edildi ve M.S. 65 yılında öldü. Seneca, bir çok eser yazdı; ölüm, kader, talih, bilgelik, doğa, ruh zenginliği gibi konuları işledi.
- Seneca’ya göre insan ahlak bakımından yetkin olmalıdır; bu yetkinliğe ulaşan kişi bilge kişidir. Bilge, yaşamını bilgi ve eylem tutarlılığına ulaştırmış, erdem sahibi, düşünceleri ve davranışları birbirine denk, doğruluğu, dengeyi ve en iyiye ulaşmayı hedefleyen kişidir. s. 19 - 20.
- Stoa felsefesinin temelinde yer alan görüşlerden önemli olan bir tanesi, “eylemleri akılla yönlendirme”dir. Bundan kasıt, insanın yaşamına yön verirken ve davranışlarına yönelen kararlarını verirken mümkün olduğunca heves, istek ve arzularının peşinden gitmesi yerine aklını kullanması, kararlarını bilinçli bir çaba ile vermesidir. s. 20.
- Seneca felsefesinde “Bilge” kavramı önemlidir; ancak “Bilge”, mutlak güç ile sınandığında sağlamlık kazanır. Bu anlamda haksızlığa uğrayan, zorluklarla karşılaşan bir kişi, bu yaşadıklarına karşı sabır ve sükunet ile yaklaşırsa sınanmış ve bu sınavı başarıyla vermiş olur. s. 20 Bu uğurda bilgenin en büyük silahı ise “erdem”dir.
- Erdem, çevresel koşullar ne olursa olsun kişiden alınamayan, yüksek ahlaki davranıştır. s. 21.
- Anavatanı işgal görüp elindeki her şeyi ve ailesini kaybedince kendisine durumu sorulduğunda “Hayır, kendimle ilgili her şey benimle. - Stilbon. M.Ö.4” denilmesi gibi. Çünkü öncesinde sahip olduğu hiç bir şey zaten onun değildi; onun olmayan bir şeyin elinden gitmiş olması da ona bir şey kaybettirmedi. Stoacı felsefede, talih, talihin getirdiği ve götürdüklerine karşı “indifferent - kayıtsız” bir bakış açısı çok temeldir. Bilge kişi, kendi değerini hariçten gelen şeyler üzerinden tanımlamayan, zaten kendisinde olan ve yaşamına uyguladığı değerler üzerinden tanımlayan kişidir.
- Erdem sağlam kaldığında hiçbir haksızlık insana uğramaz. s. 23 Haksızlığa uğrayan bir kişi şöyle düşünmelidir: “Başıma gelen bu şeyleri hak ediyor muyum, hak etmiyor muyum? Eğer hak ediyorsam bu bir haksızlık değildir; adaletin yerini bulmasıdır. Eğer hak etmiyorsam o zaman bana bu adaletsizliği yapan kişi utanmalıdır. Seneca.”
- Sağlam bir ruhu sarsabilecek kadar güçlü bir silah henüz icat edilmemiştir. Seneca.
- Bilge kişi, davranışlarının sonuçlarına değil, niyetlerine bakar. Başlangıç bizim elimizdedir ancak hükümlerine razı olmasam da karar veren kaderdir. Seneca. s. 24
- Stoa felsefesinde “talih” çok önemli bir kavramdır; insana, yaşamında, kendisine ait olmayan her şeyi veren güç olarak tanımlanır. Talih, bir insana servet getirebileceği gibi getirdiği serveti geri alır ya da tam tersi, kötü bir yaşam süren bir kişiye bir gün güzellikler getirir. Bilge kişi, talihin farkında olmalı ancak ona karşı kayıtsız kalmalıdır. Talih kendisine zenginlik getirse buna bir önem ve değer atfetmemeli, talih kendisinden bir şey aldığında ise yine bunlara üzülmemelidir. Bilge bir kişi, talihin işleyemeyeceği bir dayanıklılığa sahip olmalıdır.
- Bununla birlikte Seneca, talihin getirdiklerine yönelik olarak da şöyle söyler: “Bilge kişi, rastlantısal şekilde karşısına çıkan talihin önüne koyduğu hediyeleri hak etmediğini düşünmez. O serveti sevmez ama ona sahip olmayı tercih eder. Onu ruhunda değil evinde ağırlar ve ona sahip olduğunda onu reddetmez, aksine onu tutar ve erdemini besleyecek bir imkan olarak görür.”
- Zenginlik içindeki bilge kişi, erdemlerini göstermek için daha çok imkana sahiptir; fakirin sınavı, yoklukta ezilmemek ile sınırlı iken zenginin sınavı güç ve servetin kendisini bozmasına engel olmaktır. Zenginlik insana ait bir şey olmalıdır, insan zenginliğe ait olmamalıdır. S. 28.
- Erdem, talihten bağımsızdır. Doğru yaşamak, talihin getirdiği ya da götürdüğü şeylerle ilgili değildir. Bilge kişi talihin getirdiği iyiye de kötüye de aynı şekilde davranır. Ne aşırı sevinir ne aşırı üzülür. s. 32
- Böylece insan için katlanılmaz olan, katlanılır hâle gelir. Bu şekilde yaşamak ise “doğaya uygun yaşamak” olarak da adlandırılır; insanın, arzu ve isteklerinin esiri olmaması ve sade bir yaşam sürmesi anlamına da gelir.
- Ne sayıları kalabalık diye kötülerden ol, ne de sana benzemiyor diye bir çoğuna düşman ol. s. 36.
- Sorgulanmayan bir hayat yaşanmamıştır. / Sorgulanmayan bir hayat yaşamaya değmez. Sokrates.
- Seneca’ya göre kalabalıklar, insanı kötüye yönlendirir bu nedenle insan, mümkün olduğunca, münzevi bir tarzda yalnız yaşamalı, kalabalıklardan kaçınmalı, illa bir takım kişiler ile birlikte olacaksa kendisini iyiye, yüceye, erdeme yöneltecek kişiler ile birlikte olmalıdır. Ancak bu durumda yine insan sadece birlikte olduğu kişilerden bir şeyler almanın yanında, onlara da bir şeyler katmaya çalışmalıdır. s. 41 - 42
- Kalıcı mutluluğun sırrı, kalabalıkların onayladıklarına kapılıp gitmekle değil, insanın kendi doğasına ve varoluşuna uygun yolu yürümesi ile olur; insan, kendi özüne uygun olarak hareket etmelidir; erdem, kişinin kendisini bilmesi ile başlar.
- Her gün kusurlarını biraz daha azalt ve hatalarını eleştir. En iyilerin arasında olmasan da en azından kötülerden daha iyi olmaya çalış. s. 45
- Aklı rehber edinip, kendini ince bir süzgeçten geçiren insan hakikat yolculuğuna çıkmış demektir. s. 48.
- “İnsanların arasında Tanrı sizi görüyormuş gibi yaşayın, onlarla konuşurken Tanrı sizi dinliyormuş gibi konuşun.” s. 56
- “En yüce iyi”, hazzı değil, erdemi tercih etmektir. “Erdemden hareketle neyi aradığımı mı soruyorsun? Erdemin kendisini. Çünkü ondan daha değerlisi yok.” s. 58 Erdeme kavuşmak demek, Tanrı’ya eş bir bilince kavuşmak demektir; çünkü Tanrı’nın tutum ve davranışlarının özü de “erdem”dir. Bununla birlikte, hazdan tamamen kaçınmak mümkün olmadığından, yapılması gereken, hazları tamamen bir köşeye bırakmak değil, onları ölçülü yaşamaktır!
- “Eğer insansan, düşseler bile büyük işleri üstlenenlere saygı duy. Kendi gücüne değil de doğasının gücüne bakarak kendisine cesaret bahşedilmiş insanlar tarafından bile yapılamayacak işleri başarabilmek için yüce girişimlerde bulunmak soylu bir davranıştır.” s. 61
- “Vaktinden önce mutsuz olma!” s. 63; önemli olan insanın başına gelenler değil, bu başına gelenlere karşı yaklaşımıdır. Bir olayı daha olmadan endişe ile beklemek ne kadar yanlışsa, olduktan sonra da olduğundan kötü bir şekilde değerlendirmek o kadar yanlıştır. Meydana gelen olaylar, illa korktuğumuz şekilde meydana gelecek olmadığı gibi, meydana geldiklerinde ise aslında bizim açımızdan olumlu sonuçları da olabilir; hiç bir olay için, olması gerekenden fazla üzülme ya da sevinme, onlara karşı kayıtsız kal.
- “Yaşamdaki esaretin nedeni korkulardır.” s. 65 En büyük korku ise ölüm korkusudur. “Her gün yaşamı nasıl gözü tok ve mutlu bir şekilde bırakabilirim diye düşün. Ne çok kişi, sellerin sürüklediği insanların kayalara, çalılara sarılması gibi yaşama yapışıp kalır. Çoğu, ölüm korkusu ve yaşamın zorluklarının arasındaki gelgitte sefalet içinde çırpınır durur; ne yaşamak ister ne de ölmeyi bilir. Bu nedenle hayattan endişelenmeyi ortadan kaldır ve hayatını kendinle uyumlu bir hale getir. Hiçbir lütuf, onu kaybetme ihtimaliyle barışmayan birine mutluluk vermez. Kaybolduğunda yokluğu aranmayan şeyin kaybına kolay katlanılır. En dayanıklılara bile eziyet eden talihsizliklere karşı yüreklendir kendini, ruhunu bir kaya gibi dayanıklı kıl.” s. 65
- “Asıl zenginlik yeteri kadarına sahip olmaktır.” s. 69 Önemli olan bir şeyin fazlasına değil bize yetecek kadarına sahip olmak ve ölçülülüktür. “Zenginliğin sınırı ne olmalıdır diye soracak olursan, öncelikle gerekli olana, sonrasında yeteri kadarına sahip olmaktır.” s. 70
- Bilge insan, aynı zamanda, zamanı iyi yöneten insandır. s. 75. Yarını yönetmenin yolunu zamana bugün hakim olmaktır. “Bazen zamanımız bizden çalınır, bazen de zorla alınır, bazen de boş yere akar gider. Umursanmayan kayıp yüz kızartıcıdır. Yaşamımızın en büyük kısmı kötü iş yaparak, büyükçe bir kısmı hiç iş yapmayarak, tüm yaşamımız ise yapmamız gereken işlerden başkasını yaparak geçer. Hayata bakıp da bana, zamana kıymet veren, gününün değerini bilen, her geçen gün ölüme biraz daha yaklaştığını sezen bir insan göstere bilir misiniz? Zannediyoruz ki ölüm bizden çok ötede, oysa yanılıyoruz. Ölümün büyük bir kısmı daha şimdiden geçip gitmiştir. Hayatımızın geride kalan kısmını ölüm çoktan ele geçirmiştir.” s. 76.
- “Nasıl ki yaşamayı tüm ömür boyu öğreniyorsak ölmeyi de aynı şekilde öğrenmek gerek.” s. 77
- “Neden kimse hatalarını itiraf etmez? Çünkü hala onlara sıkı sıkıya tutunurlar da ondan. Sadece uyananlar rüyalarını anlatabilir. Benzer şekilde hatalarını itiraf etmek de aklını başına devşirmenin bir belirtisidir. Uyanalım o halde, hatalarımızı düzeltebilmek için açalım gözlerimizi. Bizi uyuduğumuz derin uykudan uyandıracak tek güç felsefedir, bizi harekete geçirecek tek güç odur. Kendini tamamen felsefeye ada. Sen ona layıksın, o da sana. Atılın birbirinizin kollarına.” s. 87.
Seneca / Mutlu Yaşam Üzerine - Yaşamın Kısalığı Üzerine
Mutlu Yaşam Üzerine
- Kitabın linki ve bilgileri.
- Stoacılık, Sokratesçi (MÖ. 470 - 399), geleneğe dayanır. Kurucu Zenon, (MÖ. 334 - 262), Krates’in öğrencisidir. Krates ise Sokrates’in öğrencisi olan ve Kinik felsefenin kurucusu olan Antisthenes’in (MÖ. 445 - 365) öğrencisidir. s. ix
- Kinikler, bozuk toplum yapısına karşı, doğaya uygun bir yaşam ile karşı çıkmış ve kendilerini şehir devletinin değil evrensel yurttaş kabul etmişlerdir.
- İlk dönem Stoacıları, normal vatandaşın olup biteni doğru anlamadığı ve yaşamadığı inancıyla, sadece “erdem”li yaşayan kişiler ile birlikte olup konuşmayı savunuyordu. Ancak bu katı anlayış, MS. 2 yy’da, Stoacılığın Roma’da yaşanması ile birlikte yumuşamış ve Romalı Stoa okulunun başındaki Panaetius (MÖ. 180 - 109) etkisinde, toplumsal bir ütopyadan, toplumda yaşayan özellikle Romalı vatandaşların, erdemli yaşamalarına yönelik bir anlayışa yönelmiştir. s. x Stoacılık ilk dönemde Yunan devlet sistemi ile çelişmeyi göze almışken, Roma’da gerektiğinde sistemle uyuşarak hedefini sistemden ziyade bireye indirmeyi hedeflemiştir.
- Bu anlamda hedef Stoacı bireyin, zor erdem örneklerini birebir tekrarlamaları değil, içinde bulundukları toplum yapısında mümkün olduğunca erdemlere uygun hareket etmeleridir. Roma döneminde Stoacı kişinin hedefi, sert bir şekilde yaşayarak toplumu değiştirmeye çalışmak yerine, toplumun kusur ve yanlışlarından sıyrılarak olabildiğince erdemli yaşamaya gayret etmektir. Seneca’nın bu iki mektubu bu hususlara vurgu yapmaktadır. s. x - xi
- “İnsan, yaşamıyla ilgili olarak çoğunluğun tercihlerini örnek alma zorunluluğunu hissetmemeli, aklı temel almalı, akla karşı duran kalabalıktan kendini kurtarmalıdır. Kendi içine çekilip, yaşamı felsefe yoluyla düşünmeye başlayan insan, çoğunluğun, yeryüzüne özgü, aslında hiçbir değeri olmayan, bir çok gereksiz şeye değer verdiğini, bu yüzden onlardaki dışsal unsurlara dayanan mutluluk görüntüsünün sahte ve geçici olduğunu anlayacaktır.” s. xi
- Stoa felsefesinin temelinde “summum bonum - En Yüce İyi” bulunur. Bu aynı zamanda “erdem - virtus” anlamına da gelir. Kişinin düşünce ve davranışlarını, aklını kullanarak, doğru bir muhakemeyle şekillendirmesini ifade eder. İyiyi ve kötüyü aklıyla belirleyen, bunu yaparken ahlaki doğruluğa önem veren, ölçüsüz hazları reddeden ve erdemli yaşayan insan gerçekten mutlu insandır. Bu mutluluk, talihin getirdiği ya da götürdüğü şeylere dayanmadığı ve kaynağını kişinin özünde bulduğu için sarsılmaz ve değişmez niteliktedir. Bu bağlamda mutlu yaşamak, doğayla uyumlu yaşamaktır. Yaşam, doğru değerlendirildiğinde, kişiye yetecek kadar uzundur. Makam, mevki peşinde koşmak, yarını bugünün önüne koyduğu için yaşamı kısaltır. Bunun için insan kusurlarıyla yüzleşmeli, kendine dönmelidir. Bu da insanın, günlük görevlerinden gönüllü olarak vaz geçerek, gerektiğinde inzivaya çekilmesi ve felsefe ile uğraşması ile mümkün olur. Böylece insan, özellikle geçmişte yaşayan bilgelerle hercümerç olarak mutlu olur. s. xi - xii
- “En kötünün kanıtı toplum tarafından tercih edilmiş olmasıdır.” s. 5
- “Görünüşte iyi olanı değil, sağlam, doğru ve kendi saklı bünyesinde daha güzel olanı arayalım; onu bulup çıkaralım.” s. 6
- “Kendi doğasıyla uyumlu olan ve başka hiçbir yolla elde edilemeyen yaşam mutludur.” s. 7
- “En yüce iyi, şansın getirdiği şeyleri ciddiye almayan bir zihindir ve sadece erdemle mutlu olur.” s. 8.
- “Dolayısıyla yargısı doğru olan mutludur; her ne olursa olsun, mevcut durumda başına gelen şeylerden mutlu olan, kendi koşullarına uyum sağlayan ve yine koşullarının yarattığı her durumda aklın rehberlik ettiği insan mutludur.” s. 10
- “Doğayı lider kabul etmeliyiz; akıl ona değer verir, ona fikrini sorar. Dolayısıyla mutlu yaşamak ile doğaya uygun yaşamak aynı şeydir.” s. 12
- “Erdemi ararken, neyi amaçladığımı sormakla ve onu aşan başka bir en yüce iyinin olup olmadığını merak etmekle hata yapıyorsun. Erdemle neyi hedeflediğimi mi soruyorsun? Kendisini hedefliyorum. Onun kendisinden değerli başka bir şeyi yok.” s. 14.
- “Bilgelerin hazları sakin, ölçülü, neredeyse süzgün, bastırılmış ve pek görünmez olur.” s. 17
- “Erdem önden gitsin, işaretleri taşısın. Hazzımız da olacaktır, ancak onun efendisi ve dizginleyeni olacağız, bir şey bizi ikna etmiş olacak, hiç zorlamayacak. Ancak liderliği hazza verenler, ikisinden de yoksun kalır, erdemi yitirirler, hazza da sahip olamazlar, aksine haz onlara sahip olur. … Avamın bahtiyar dediği insanın hazları ne kadar çok ve büyükse, o insan bir o kadar küçüktür ve daha çok sayıda kişinin kölesidir.” s. 20
- “Tanrı’nın izinden git!” s. 22 Dipnot: “Stoa felsefesine göre doğayı derinlemesine düşünmek Tanrı’yı düşünmektir. Tüm doğa ya da evren, arınmış bir zihinle düşünülmesi ve felsefe yoluyla incelenmesi gereken Tanrı’nın tapınağıdır. Dolayısıyla felsefe bize sadece nasıl yaşayacağımızı değil, aynı zamanda yaşamın, Tanrı’nın bir armağanı olduğunu da öğretir. Bu bağlamda Tanrı’yı izle öğüdü, olabildiğince doğayı örnek almak suretiyle Tanrı’ya benzemek ve böylece erdemli bir yaşam sürerek, yaşam armağanının hakkını verebilmektir.” s. 22
- “Ben bilge bir kişi değilim ve benimle ilgili kötü düşüncelerini daha da beslememek için söyleyeyim; bilge kişi olmayacağım. Bu yüzden benden, en iyilerin seviyesinde olmamı değil, sadece kötülerden daha iyi olmamı bekle. Her gün kusurlarımı biraz azaltmam ve hatalarımı eleştirmem bana yeter.” s. 25.
Yaşamın Kısalığı Üzerine
- “Kısıtlı bir zamanımız yok, sadece çoğunu boşa harcıyoruz. Yaşam, yeterince uzun ve tamamen iyi düzenlenirse, en büyük işlerin başarılmasına fazlasıyla yetecek kadar bahşedilmiştir; buna karşılık yaşam, herhangi bir iyi şeye adanmadığında, lüks ve umursamazlık yüzünden tükenir ve kaçınılmaz sonun baskısıyla, bizden uzaklaştığını anlamadığımız yaşamın, çoktan geçip gittiğini kavrarız.” s. 46
- “Görüyoruz ki, insan ömrünün sonuna vardın; yüz yaşındasın ya da yüzü geçtin; haydi gel, ömrünün bir muhasebesini yap. … Geçmişini, ne zaman kesin bir plan yaptığını, ne kadar az günün tasarladığın gibi geçtiğini, ne zaman yüzünün doğal haline büründüğünü, ne zaman zihninin huzursuz olmadığını, böylesine uzun bir ömürde ne başardığını, sen kendin ne kaybettiğini anlamazken, bir çoklarının senin yaşamından ne kadar çok çaldığını, yersiz kederin, aptalca mutluluğun, açgözlü şehvetin, dalkavukça ilişkinin yaşamından ne kadar çok çaldığını, yersiz kederin, aptalca mutluluğun, açgözlü şehvetin, dalkavukça ilişkinin yaşamından ne kadar çok çaldığını, sende sana ait ne kadar az şey kaldığını yeniden düşün, göreceksin ki vaktinden önce ölüyorsun.” s. 48
- “Doğa ne kadar hızlı tüketirse tüketsin, aklın uzattığı bu yaşam alanının, elinizden kaçıp gitmesi kaçınılmazdır, zira onu tutamıyor ve geriye çeviremiyorsunuz; keza dünyanın en hızlı şeyini yavaşlatamıyorsunuz, buna karşı lüzumsuz ve yeri doldurulabilir bir şeymiş gibi onun geçip gitmesine izin veriyorsunuz.” s. 53
- “Her şeyle meşgul olan insan, hiç bir şeyi iyi beceremez.” s. 53
- “Yaşamayı tüm ömür boyu öğrenmek gerek, belki seni daha çok şaşırtacak ama ölmeyi de ömür boyu öğrenmek gerek.” s. 54
- “… Bu filozofların her biri müsait olacak; her biri kendisine geleni daha mutlu ve daha kendine adanmış biri olarak geri gönderecek, hiç biri gelenin boş dönmesine izin vermeyecektir; her ölümlü onlarla gece ya da gündüz buluşabilir. Bunlardan hiçbiri seni ölmeye zorlamayacak, hepsi sana ölmeyi öğretecek; hiç birisi senin yıllarını harcamayacak, kendi yıllarını sana aktaracak; onlarla yaptığın konuşma tehlikeli, kurduğun dostluk ölümcül, onlara gösterdiğin saygının bedeli de ağır olmayacak. Onlardan istediğin kadarını götüreceksin; arzuladığın kadar çok şey edinemezsen bu onların hatası olmayacak. Onların korumasına giren insanı nasıl bir mutluluk, ne güzel bir yaşlılık bekliyor! Böyle biri en küçük ve en büyük meselelerde görüşünü soracağı, her gün şahsıyla ilgili danışacağı, hakarete uğramadan gerçeği dinleyeceği, dalkavuklukla karşılaşmadan övgüye mazhar olacağı ve örnek alıp kendini ona göre şekillendirmesini sağlayacak insanlar kazanmış olacak.” s.66
- “Ancak geçmişi unutanların, şu anı es geçenlerin ve gelecekten korkanların ömrü çok kısa ve kaygıyla doludur.” s. 68
- “Sürekli bir işle meşgul olanlar zavallıdır; kendi işleriyle meşgul olmayanlar, başkalarının uykusuna göre uyuyanlar, başkasının adımına göre yürüyenler ve kendilerine, yaşamdaki en özgürce eylemler olmasına rağmen, sevmeleri ve nefret etmeleri buyurulan kişiler daha zavallıdır. Bu kişiler, yaşamlarının ne kadar kısa olduğunu bilmek istiyorsa, yaşamlarının ne kadar az bir kısmının kendilerine ait olduğunu düşünsün.” s. 74
Kıbrıslı Zenon - Mutluluk Hayatın Dirençsiz Akışıdır
- Kitabın linki ve bilgileri.
- Kıbrıslı Zenon, (MÖ 334 - MÖ 262) Stoa felsefesinin kurucusudur.
- Bu felsefe akımı, günümüze bir çok değişiklik ile gelse de özü hemen hemen aynı kalmıştır: Hayatta tek önemli gerçek “erdem” ve “erdemli yaşamak”tır. Erdemli yaşam, kişiye gerçek mutluluğu getirir; erdemli yaşam, akılcı ve toplumsal doğamıza en uygun yaşamdır. s. 5
- Stoacılık, insanı toplumsal bir varlık olarak ele alır ve aklın rehberliğinde yaşanan erdemli bir yaşamı savunur. s. 5
- Zenon - Xenon, Kıbrıs’ın Kition şehrinde MÖ 334’te doğmuş, baba mesleğini sürdüren Fenikeli bir tüccardır. 22 yaşında mallarını taşıyan gemi batmış, canını zor kurtarmış, maddi ve manevi olarak çökmesi üzerine Delphi Tapınağı’na gidip akıl aramış; burada kendisine verilen öğütler üzerine ticareti bırakıp felsefe ile ilgilenmeye başlamıştır. 30 yaşında Atina’da bir kitapçıda 90 sene önce ölen Sokrates’in öğrencisi Ksenefon’un Hatıralar isimli kitabına rastlamış; içerisinde geçen Sokrates’in görüşlerinden etkilenmiş ve bu görüşleri takip etmeye başlamıştır. s. 8
- Kinik - Köpek (Yunanca) Bir felsefe ekolü olarak Kinikler, insan doğaya uygun yaşamalıdır; bu nedenle, dışarıdan gelen ve doğal olmayan her şeye karşıdırlar. Buna zenginlik de girer, şöhret de düzgün giyinmek de toplumsal kurallar da; çünkü bunların hepsi suni ve insan yapısıdır. Bu nedenle, kendilerine “köpek gibi yaşayanlar” anlamında Kinikler denilmiştir. s. 11 Kinizm’in kurucusu, Sokrates’in öğrencisi Antistenes’tir. “Gölge etme, başka ihsan istemem.” diyen Diyojen de Antistenes’in öğrencisidir. Zenon’un, kitapçıda tanıştığı Krates ise Diyojen’in öğrencisidir ve Zenon’un karşısına çıkan, sonrasında onun hocası olan Kinik filozoftur.
- “Sorgulanmamış yaşam, yaşamaya değmez.” Sokrates. s. 13
- Zenon, Kinik filozof Krates’in öğrenciliğini yapmaya başladıktan sonra ondan kendine yeterli olma, azla yetinme, toplumun yargılarına karşı dayanıklı olmayı öğrenmiş olmasına rağmen, Kinik felsefenin, toplumsal kurallar dahil bir çok şeyi sadece insan yapımı olduğu için reddedemiyordu. Ardından başka filozoflardan da dersler alarak kendi okulunu kurdu. s. 15
- Zenon, derslerini, Atina’da, Stoa adı verilen üstü kapalı bir sundurma altında yürürken veriyordu; bu nedenle öğretisinin ismi “stocılık” olarak yerleşti. Zenon’a göre Stoa felsefesinin üç ana konusu vardı; bunlar 1. Fizik, 2. Mantık ve 3. Etik idi. s. 16 Fizik, dünya ve evrenin yaratılışı ve işleyişi üzerine görüşleri; Mantık, insan psikolojisi, doğru düşünme metodları, bilgiye ulaşmanın yolları ve Etik ise hayatta neyin önemli olduğu ve nasıl yaşamamız gerektiğini inceliyordu.
- Zenon’a göre fizik, mantık ve etiğin temelini oluşturur; tüm kainatta geçerli bir neden & sonuç ilişkisi, ilahi bir kader vardır; tüm bu anlamda cansız olan evren bir akıl (Logos) tarafından yönetilir; Tanrı işte bütün bu kainattır; insan da bu kainatın bir parçası olarak, aslında Tanrı’nın bir parçasıdır. (Panteizm) s. 16.
- Zenon, “doğaya uygun yaşam”ı savunuyor, bunun, hem insanın kendi doğasına hem de evrenin doğasına uygun hareket etmekle mümkün olduğunu söylüyor; kontrolümüz dışında meydana gelen kader olaylarına boyun eğmeyi öneriyor ve arabanın arkasından iple çekilen bir köpek örneğini veriyordu; köpek, ne yaparsa yapsın, araba tarafından çekilecektir; bu çekilme hareketine karşı koyması sadece ona zarar verir; çünkü bu çekilme, onun kontrolü dışındadır; halbuki onun kontrolünde olan, arabayla birlikte hareket etme şeklindeki kendi eylemini akla uygun olarak düzenlerse, yine belki araba tarafından çekilmeye devam edecek ancak tüm bu süreçteki yerini, hareketlerini, konumunu kendisi belirlediği için bu durum kendisi için çok daha olumlu bir sonuç doğuracaktır. s. 20
- Bazı şeyler & olaylar kontrolümüz dışındadır; o zaman bunların sonuçlarına üzülmek doğru değildir, sadece kendimize haksızlık etmiş oluruz çünkü bunların neticeleri üzerinde irade sergileme imkanımız yoktur; bazı şeyler & olaylar ise kontrolümüz içerisindedir; o zaman bunların sonuçlarına üzülmek de doğru değildir çünkü bunlar için eyleme girişip, olumsuz sonucu ortadan kaldırmaya gayret etmeliyiz. Bununla birlikte, biz gerekli eylemde bulunsak bile meydana gelen sonuç bizim açımızdan olumsuz olabilir; bu durumda da üzülmeye gerek yoktur; çünkü kainatın nedenselliği, bir başka deyişle, “talih” işlemiştir ve biz elimizden geleni yaptığımız için de bizim kontrolümüz dışında gelişen talihin ortaya koyduğu sonucu kabul etmemiz gerekir. Erdemli yaşamak, doğaya uygun yaşamak ise işte bu seçimlerdir. s. 20 - 21
- Ancak bu noktada, Zenon’un felsefesi ile esinlendiği Kinikler’in felsefesi ayrım göstermektedir. Kinikler, insanın, kontrolü dışındaki olayların tümüne yönelik olarak “kayıtsız” kalmasını savunurken Zenon ise daha eyleme dönük bir yaklaşımla, “toplumsal adalet” gibi, “toplumsal barış” gibi daha büyük ve soyut “iyi” amaçlarda, kişinin kayıtsız kalması yerine, yine de bireysel olarak elinden geleni yapması gerektiği ancak meydana gelen sonuçlardan ötürü kendisini sorumlu tutmaması gerektiğini söyler. Ör. sahilde yürüyen adamın deniz yıldızlarından erişebildiğini denize geri atması. Ya da Hz. İbrahim’in ateşinin sönmesi için su taşıyan karınca; dolayısıyla insan, mutluluk ve huzuru, erdemli davranışı yerine getirmenin, erdemli yaşamanın kendisinde aramalı, bundan ötesinde meydana gelen sonuçlar onu ne üzmeli ne de sevindirmelidir. Stoacılık bu anlamda aktif bir erdemli yaşam felsefesidir. s. 22
- Zenon’a göre insan, hakikati öncelikle olduğu gibi “görmeli”, “kabul etmeli” ancak bu durumla ilgili olarak karşısına bir seçim yapma fırsatı çıktığında, erdemli davranışı seçmelidir. Zenon, insanı, toplumsal bir varlık olarak ele alır. Nasıl ki kainat bir bütündür ve tüm parçalar bir uyum içerisinde hareket eder, insan da toplumun bir parçası olarak onunla uyumlu hareket etmeli, ancak gerektiğinde eleştirisini yapmalı ve erdemli davranarak hem bireysel olarak kendisi hem de parçası olduğu toplum için doğru şekilde davranmalıdır. s. 26.
- Zenon, Kinikler’in etkisinde kalarak ancak onların yaklaşımlarını bir adım öteye taşıyarak, insan mutluluğunun, öfke, kıskançlık gibi olumsuz duygulardan uzaklaşmakta yattığını savunur ve insanın, sürekli ve sabırlı bir çalışma ile erdemli davranmaya devam ettiği ölçüde ve doğruluğu, mutluluğu bu tür davranışın kendisinde aramasıyla, bu tür olumsuz duyguların insan yaşamında yavaş yavaş ortadan kaybolacağını ifade eder. Bu yol zor bir yoldur ancak uzun vadede meyvesi tatlıdır. s. 31 - 33.
- “Erdemli hayat, mutlu hayattır.” Mutlu hayat = iyi yaşam = eudaimonia = insana yakışan hayat = dış etkenlerden ziyade içsel huzura dayanan hayattır. Erdem ise insanın rasyonel ve toplumsal doğasına uygun olan hareket tarzıdır. Sokrates = Zenon = 4 ana erdem = cardinal virtues = Bilgelik, Adalet, Cesaret ve Ölçülülük Zenon, insan yaşamındaki tüm erdemlerin, bu dört büyük erdemin çeşitleri olduğunu, insanın mutluluğunun, erdemli yaşamaktan geçtiğini, erdemden başka her şeyin kötülüğe bulaşabildiğini ancak bir tek erdemin saf ve kusursuz kaldığını savunur. Yine ona göre bu dört temel erdemin de en yücesi “bilgelik”tir; adalet, cesaret ve ölçülülük, bilgelik erdemini oluşturan sac ayaklarıdır. Bilgelik ise temel olarak, iyiyi ve kötüyü ayırabilme, iyiye uygun olarak hareket edebilmeve kötüden kaçınma yeteneğidir. s. 36.
- Zenon’un bilgi felsefesi izlenim - kabul - kavrayış - bilgi sürecini kabul eder. Ör. karşıdan gelen bir bisikletli gördüğümüzü varsayalım; ilk başta uzakta iken bisikletli bir kişinin bize doğru geldiği izlenimize kapılırız. Bu kişi bize iyice yaklaştığı zaman onun gerçekten bisikletli bir kişi olduğunu kabul ederiz, ardından bu kişinin bisiklete binen bir insan olduğu gerçeğini detaylarıyla birlikte kavrarız ve bu kavrama, bize, bu kişiye ait gerçek bilgiyi sağlar. s. 42 - 43. Zenon’a göre bilge kişi, ilk üç aşama olan izlenim - kabul ve kavrayış aşamalarında, kendisine gelen bilgiyi sürekli sorgular ve onun doğruluğundan şüphe eder; ne zaman ki her üç aşama birbirini doğrular, ancak o zaman doğru bilgiye, bir başka ifadeyle bilgeliğe ulaşılır.
- Zenon bir çok eser kaleme almış olmasına rağmen, geriye, “Devlet” isimli eseri dışında bir eser kalmamıştır. s. 53 Zenon’un devletinde tüm insanlar, birbirlerine karşı herhangi bir üstünlükleri olmadan eşit birer dünya vatandaşıdır. Zenon, köle ve yabancıların da Yunan site devleti vatandaşlarından farkı olmadığını, çünkü bütün insanların, büyük bir insanlık ailesinin eşit derecede önemli ve değerli bir parçası olduğunu, insanlar arasındaki sınırların soyut ve gerçekçi olmadığını savunur; bu anlamda kölelik kurumuna da kadın - erkek ayrımına da karşı çıkar; önemli olanın erdemli yaşamak olduğunu, erdemli yaşayan herkesin bilgeliğe eşit şekilde ulaşacağını ifade eder.
- Zenon, Atina’da son derece sevilen ve saygı duyulan bir kişi olmuştur. Ölümü M.Ö. 262’de yaşlılık ile doğal yollardan gerçekleşmiş, yerini öğrencisi Kleantes almış, onu da Kryssipos takip etmiştir. Özellike Kryssipos, Stoacılık felsefesine önemli katkılar yaptığı için ikinci kurucu olarak da adlandırılmış, bu üçlünün dönemine Erken Stoa dönemi denilmiştir. s. 55. Arkasından, M.Ö 2 - 1 yy’larda Kato, Panaetius ve Posidonius gibi filozofları barındıran Orta Stoa dönemi ve en son olarak M.S. 1 - 2 yy’larda Rufus, Epiktetos, Seneca ve Marcus Aurelius’un dahil olduğu Geç Stoa ya da Roma Stoacılığı dönemi gelmiştir. Bu dönemin ardından gücü ve takipçileri azalan Stoacılık, Rönesans döneminde tekrar ele alınarak canlanmış ve panteizm yerine Hristiyanlığın Tanrısı yerleştirilerek yeniden yorumlanmıştır; bu döneme Neo-Stoacılık ismi verilmektedir. Son olarak ise 2000’li yıllardan itibaren tekrar gündeme gelmiş ve “Çağdaş Stoacılık” adıyla devam etmektedir; Çağdaş Stoacılık’ın takipçileri, bu görüşün metafizik yaklaşımlarını ikinci plana koyarak, erdem ve akıl merkezli bir yaşam felsefesini ön plana çıkartarak yaşamlarına uygulamaktadır. s. 56
- Çağdaş Stoa anlaşıyışı, insanı toplumsal bir varlık olarak ele alırken, onu hayvanlardan ayıran önemli özelliklerden bir tanesi olarak “akıl” kavramını ön plana çıkartır ve toplumsal bir hayvan olarak insanın, yaşamını akla uygun olarak erdemli bir şekilde sürdürmesi gerektiğini savunur. Çağdaş Stoa’da, ilk dönem Stoacıların üzerinde durduğu Tanrı = Kainat şeklindeki panteizm ya da Neo-Stoacılık dönemindeki Hristiyanlığın Tanrısı yaklaşımları geri planda tutulur, bu tartışmalara ağırlık verilmez. Ağırlık daha ziyade, insanın, olumsuz, kötü, hayvani duygularını akıl yoluyla davranarak ortaya çıkarmaması üzerinedir. Ör. bir at, kendisini tedavi etmek amacıyla iğne yapan bir veterinere saldırır ancak bir insan, kendisini tedavi etmeye çalışan bir hekime saldırmamalıdır; çünkü o hekimin, aslında kendi iyiliği için çalıştığını bilir; bu anlamda kişinin o hekime saldırması, günün sonunda kendine saldırmasıdır. s. 60
- Stoacılık, kurulduğu günden beri, kötüden uzak durmak, erdemli şekilde yaşamak üzerine, kişisel gelişime büyük önem verir ve bunun için bir takım pratikler de geliştirmiştir. Bunlardan ilki mantra ve imgeler kullanmaktır. Ör. Marcus Aurelius, Kendime Düşünceler isimli eserinde “Engel, yola dönüşür.” şeklinde bir imge kullanır, bunu da “ateş”le imgeler. Engel, yola dönüşür cümlesi ile kast edilen, Stoacı bir kişinin karşısına çıkan engel ne olursa olsun, bu engele karşı erdemli davranmanın kendi elinde olması nedeniyle aslında her bir engelin, insana, erdemli davranması yönünde bir sınav ve eylem getirdiği, bu şekilde adımlar atarak erdemli davranış yolunda ilerlediğidir. s. 70. Bu anlamda bir Stoacı, bir engelle karşılaşıp ne yapacağını bilemediğinde, umutsuzluğa kapılmak yerine bu mantrayı kullanarak, bu engel karşısında yerine getirilecek erdemli davranışı bulup, uygulayabilir.
- Koşullandırma - bir işe iyisini umut ederek başlamak; premeditatio malorum - insanın başına gelebilecek konular üzerine önceden vakit ayırarak düşünmesi ve olumsuz durumlara karşı hazırlık yapması; gönüllü zorluk - rahatsız bir yatakta yatmak, bir kaç gün oruç tutmak, soğuk duş almak gibi uygulamalarla nefs terbiyesi; günlük değerlendirme - günlük tutmak gibi uygulamalarla kişinin fiziksel ve ruhsal durumunu sürekli olarak kaydetmesi, takip etmesi ve kendini tanıyarak geliştirmesi de Stoa felsefesinin yerleşik uygulamaları arasındadır. s. 70 - 76.
Epiktetos - Kendisinin Efendisi Olmayan Hiç Kimse Özgür Değildir
- Kitabın linki ve bilgileri.
- Epiktetos, MS. 55 - 135 yılları arasında yaşadı; Hierapolis - bugün Pamukkale’deki antik kent, doğdu; uzun yıllar köle olarak yaşadı; efendisi, Roma’da İmparator Neron’un bakanıydı; o çevrede büyüdü, Stoacı filozof Rufus’un derslerine katıldı; efendisi, Neron’dan sonra gelen imparator tarafından idam edilince serbest kaldı; kentten çıkarılan filozoflar arasına yerleşti, Nikopol (Yunanistan’ın kuzey batısı) yerleşti, ölene kadar burada yaşadı, dersler verdi, öğrenciler yetiştirdi, bilinen yazılı eseri yoktur. s. 5 - 6
- “Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için kuvvet, değiştirebileceğim şeyler için cesaret ve bu ikisini birbirinden ayırmak için akıl ver.” Stoa duası. 1934 yılında Amerikalı bir rahip tarafından söylenmiştir.
- “Anı yaşa. Detaylarına dikkat et. Karşındaki kişiye cevap ver, o an yapman gerekenleri yap ve karşılaştığın zorluklarla mücadele et. Kaçma. Gerçekten yaşamak zamanıdır: İçinde olduğun anı tam olarak yaşamak zamanı.” s. 13
- “Hayata karşı bir yemek davetinde nasıl davranırsan öyle davranman gerektini unutma. Sana yemek mi sunuldu? Elini uzat, kibarca al ve ye. Yemek yanından mı geçti? Sakın uzanıp durdurmaya çalışma. Henüz yemek gelmedi mi? Sen onu arama, sana gelene kadar bekle. … İş, hayat, bir eş, çocuklar ve zenginlik; hepsi için aynısı geçerlidir. Ve böylelikle bir gün Tanrı’nın ziyafet sofrasına da kabul edilirsin.” s. 14.
- “Başınıza gelen başınıza geldiğini düşündüğünüz şey değildir.” s. 16
- “Birinin yanlış yaptığını düşündüğün şeylere hemen karar verme. Önce onu neden öyle yaptığını anlamaya çalış.” s. 17
- Epiktetos, bilinen Romalı Stoacılar arasında, en çok Tanrı inancı olan filozoftur. s. 19. “Bir bülbül olsaydım, bülbül gibi şakırdım; bir kuğu olsaydım kuğu gibi yüzerdim, ama ben bir insanım ve benim görevim Yaradan’ın sözlerini hatırlatmak. Yaşadığım sürece bu görevimden asla sapmayacağım ve sizi de bana bu görevde eşlik etmeye davet ediyorum.” s. 19
- “Herkesten önce memnun, hizmet ve itaat etmem gereken biri var: Tanrı. Ve o, beni, bana emanet etti: Beni sadece kendimden mesul kıldı ve bunu yapabilmem için de kuralları belirledi. Tanrı bana, “Epiktetos, eğer mümkün olsaydı, seni de sahip olduğun bedeni de tamamen özgür ve başıboş bırakırdım” dedi. “Ama sakın ha aldanma, bu beden senin değil. O sadece şekle giren bir kil. Her an yanında olamayacağım için sana kendimden bir parça verdim. Bu benden parça ile bir şeyleri arzulayacak, onlara sahip olacak, yeri gelip onlardan kaçınacak ve mantığını izleyerek bunları anlamlandıracaksın. Bunu görmezden gelmeyip içinde ne varsa ortaya koyarsan asla hayal kırıklığına uğramayacak, engellerle karşılaşmayacaksın. Hiç bir zaman kederlenmeyecek, hiç kimseyi suçlamayacak ya da göklere çıkarmayacaksın. Sahip olduğun bu değeri sakın ha küçümseme. Elindekinin kıymetini bilmelisin.” s. 20
- “İnsanı kötülüğe, korkaklığa iten şey ölüm değil, ölüm korkusudur.” s. 28
- “Bedene sadece ihtiyacı olanı verin ve bunun dışındaki her türlü lüksü reddedin. İnsan bedeni yemek, içmek ve diğerleri gibi bedensel faaliyetlerine çok fazla zaman harcamamalı. Bunlar ikincil, anlamaya çalışmak birincil planda olmalıdır. Yemek yerken aynı anda iki misafire hizmet ettiğinizi düşünün. Beden ve ruh. Bedene verdiğinizi muhakkak kaybedeceksiniz. Ama ruha verdiğiniz daima orada kalacak.” s. 31
- “Şunu hiç aklından çıkartma: Dışarıda bir şey kaybettiğinde, içinde bir şey kazanmışsın demektir. Ve eğer kaybettiğin şey çok kıymetliyse, sakın bir şey kaybettiğini düşünme. Bir kenara yığılmış ev eşyalarımın arasında bir de demir lambam vardı. Sonra kapıda bir ses duydum ve lambamı alıp gittiklerimi gördüm. Bunu hiç tuhaf bulmadım. Yarın dedim, senin de lamban olmaz. Çünkü bir adam sadece sahip olduğu şeyi kaybedebilir.” s. 35
- “Varlık çok şey sahibi olmak değil, az şey istemektir.” s. 37
- “İnsanın gerçekten ne olduğunu gösteren şey, yaşadığı zorluklara karşı verdiği tepkidir.” s. 44
- “Kötü sözlerin ya da davranışların hiç biri aslında kötü değildir; onları kötü yapan sizin onları nasıl anladığınız ve yargıladığınızdır. Yani kendinizi aslında kendi düşüncenizin sinirlendirdiğinin farkına varın. Düşüncelerinizin sizi alıp sürüklemesine izin vermeyin. Tepkilerinizi yavaşlatmayı ve geciktirmeyi bir kez öğrenirseniz bu alışkanlık haline gelir ve hep öyle yaparsınız. Huylar ve davranışlar yaptıklarımızla desteklenir. Daha önce hiç olmayan huylar ortaya çıkar, var olanlar güç kazanır, artar.” s. 62
- “Yine unuttun mu? İyi bir adam nasıl göründüğünü önemsemez, o iyi biri olmak için yaşar. “Peki bunun hiç bir ödülü yok mu?” diye soruyorsun. Ödül? Bir insanın iyi olanı yapabilmesinden daha büyük bir ödül var mıdır? İnsanı iyi ve mutlu edecek olan kazandığı bir oyundan sonra başına kondurulacak bir taç mıdır? Fedakarlığının karşılığında ödülün özgürlük, sükünet ve arzunun olmadığı bir huzur olacak.” s. 73
- “Ölüm fikrini her zaman aklında bulundur. O zaman asla kötü bir şey yapmaz, niyet dahi etmezsin.” s. 74
- “Güneş, doğmak için ne bir dua ne de sihir bekler. Doğar ve onu herkes coşkuyla karşılar. Sen de görevlerini yerine getirmek için alkış ya da övgü bekleme. Yapman gerekeni iyi yaparsan güneş gibi sevilirsin.” s. 83
A Guide to Stoicism - Bir Stoacılık Rehberi, Yazan: St. George Stock, Ten Cent Pocket Cents No: 347
- Kitabın linki ve bilgileri.
- Stoacılık, başlı başına yeni bir felsefi öğreti olmayıp Sokrates, Plato ve Aristoteles’in ahlak dersleri ile Heraklitus’un evrene ilişkin görüşlerinin devamı ve birleşimidir.
- Stoacılık, Eski Yunan ve Roma'da, bugünün inanç sistemlerinin rolünü oynamıştır. Ancak asıl amacı evren, dünya ve insanın amacını ve doğru yaşama kurallarını ortaya koymaktır.
- Dönemin insanı, herhangi bir dini ya da felsefi görüşün etkisinde olmadan doğar, belirli bir yaşa geldiğinde kendisine uygun olan görüşü seçer ve yaşamının sonuna kadar değiştirmeden bu görüşün üyesi olması beklenirdi.
- Eski Yunan’ın felsefede ilerleyişi, Aristoteles’in MÖ 322’de ölümü ile butik ölçüde son bulmuştur. Sonra gelen filozoflar, kendilerinden önce ortaya konulan görüşleri devam ettirip geliştirmiştir.
- Yunan felsefesinin günümüze bıraktığı en büyük miras, ödül ve ceza ile yaşamın kısalığından bağımsız olarak doğru şekilde davranmak ve erdemli bir yaşam sürmenin değeridir. s. 4. Özellikle ilk dönem Stoacılar’ın kendileri de böyle yaşamıştır.
- Stoa düşüncesi Roma düşüncesine büyük ölçüde egemen olmuş ve sonrasında gelen Hristiyanlık inancını da etkilemiştir. Dolayısıyla Stoacılar'ın asıl başarısı, yeni bir felsefi görüş oluşturmaktan ziyade önceki görüşlerin kendilerince uygun bölümlerinden yararlanarak dönemin insanına hitap eden bir ahlak anlayışı geliştirmiş olmasıdır. s. 4.
- Stoacılık, Kinizmin devamı olduğu gibi aynı dönemdeki rakibi Epikur felsefesinin dayanağı da Sirenizm’dir. s. 5
- Eski Yunanlılar’ın üzerinde görüş birliğine vardığı konu, yaşamın bir anlamı, amacı olduğu görüşü; bu amaç ve anlamın ise “mutluluk” olduğu idi. Ancak mutluluktan ne anlamak gerektiği ve mutluluğa nasıl ulaşılacağına ve bunun için nasıl yaşamak gerektiğine yönelik farklı felsefi görüşler gelişti.
- Stoacılık’ın temel felsefesi de Zenon ve öğrencisi Cleanthes’in görüşleri ile şekillenmiş ve “düzenli olarak doğaya uygun bir yaşam sürmek” olarak formüle edilmiştir. s. 5.
- Bir şeyin gelişimi tamamlandığında ulaştığı durum o şeyin doğasıdır. s. 6 Doğaya uygun yaşamak ise insanın, (akli, ruhi, bedeni, ahlaki) gelişimini en yüksek şekilde sağlayacak şekilde yaşamasıdır. Bunun yolu ise insanın duyguları yerine aklını kullanarak yaşayışına önem ve öncelik vermesidir. Akıllıca bir yaşam ise erdemli bir yaşam anlamına gelir; dolayısıyla doğaya uygun yaşamak, bir anlamda düzenli olarak aklını kullanarak, erdemli bir yaşam sürmektir. s. 6
- Stoacılar, kendilerinin öncüleri gibi, felsefeden, Tanrı ve insana dair bilgiler bütününü anlar ve bu konuları fizik, mantık ve etik olarak üç bölümde inceler. s. 6 Bu anlayışa göre mantık, bilginin şekli ve ifade edilmesi ile ilgilenir; fizik, maddenin konusu ile, etik ise bilginin kullanımı ile.
- Stoacıların gelişmiş oldukları alan özellikle mantıktır. Mantık ise, dönemin anlayışında, retorik - iyi konuşma, doğru düşünme, dilbilgisi gibi bugünkü klasik mantık kavramından daha geniş anlamda kullanılmaktaydı. s. 7. Temel olarak mantık, retorik ve dialektik olarak ikiye ayrılıyordu; retorik - iyi konuşma sanatı, topluluk içerisinde bir kişinin düşüncelerini nasıl iyi ifade etmesi gerektiğine yoğunlaşırken, diyalektik ise soru & cevap gibi karşıtlıklar üzerinden doğru düşünme metoduna yoğunlaşıyordu. Stoacılara göre iyi konuşma ve iyi düşünme sanatları da birer erdemdi.
- Yeni doğan bir insanda, zihni, boş bir sayfaya benzeten ilk anlayış Stoacılardır. s. 9
- Zihinde duygu ve düşüncelerin nasıl oluştuğuna ilişkin duygusal olup olmamasına göre “phantasm” ve “phantasy” olarak görüşler ileri sürdüler. s. 10 - 11 Herhangi bir engel olmadığında, zihnin fantaziyi yakalaması, o şeyin hakikatine ulaşması anlamına gelmektedir.
- Stoacılara göre, insan aklı, kendisinde önceden var olan bir kavram değil, hislerinin zaman içerisinde gelişmesinden ortaya çıkmaktadır. s. 12
- Stoacılar, dilbilgisini de mantıkla karışık bir şekilde inceliyordu. s. 13 Düşüncenin oluşumu ve ifade edilişini, mantık kuralları üzerinden tanımlıyorlardı. Örnek olarak vardıkları sonuçlardan bir tanesi şu önermeydi: Gerçekten, gerçek bir önerme çıkar; ancak yanlışı, yanlış ya da doğru bir önerme takip edebilir. Örneğin, eğer “Şu anda gündüz.” önermesinden yola çıkarsak ve o anda gerçekten “gündüz” ise, bir başka deyişle önerme doğru ise, o zaman, “güneş doğmuştur.” önermesi de doğru olmalıdır; ancak “Şu anda gündüz.” önermesi, o anda doğru değil ise, ardından gelen “güneş batmıştır.” ifadesi de doğru olmayacaktır. s. 14.
- Stoacılar, farklı mantık önermeleri ve dili kullanarak, kendi alanlarında bir çok özlü söz türetmiştir. s. 14 Ör. “Bilge kişi, ölçülüdür. Ölçülü olan sabittir. Sabit olan soğukkanlıdır. Soğukkanlı olana hüzün uğramaz. Hüzün uğramayan kişi mutludur. (Dolayısıyla) bilge kişi, mutludur.” gibi.
- Örnek olarak şu meşhur önerme de Stoacı filozof Eubulides’e aittir: “Gerçekten yalan söylediğinizi söylüyorsanız, aslında yalan mı söylüyorsunuz yoksa doğru mu?” s. 14
- Stoacılar, ruhun, 8 unsurdan oluştuğunu düşünüyordu; bunlar beş duyu, ses organı, zeka ve üreme sistemi idi. s. 15 Stoacılara göre duygular ise zekadan ayrı bir şey olmayıp, yanlışlar karşısında hataya düşmüş zihnin hastalıklı haliydi. Bu nedenle Stoacılar, tutkularına gem vururdu; çünkü aksinin zihinlerini daha da bozacağını düşünürdü; onlar için tutkular, düşüncelerinden ayrı bir kavram değil, aynı ancak düşüncelerinin kötü hale gelmiş durumlarıydı. s. 15.
- Stoacılar, insanın aklı tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünüyor ancak bunlara karşı bir takım dürtülerinin çıktığını söylüyordu; s. 16; bu dürtülerden ilki, kendini koruma, hayatta kalma güdüsüydü; ardından insanın doğasına uygun olan güzel fiziksel özellikleri gelişir, bunu da iyi huyu takip ederdi. s. 16. Bunlara, insanın daha olumsuz tarafları olan duygular eşlik ederdi; Stoacılara göre kişi, olgunlaştıkça, duygularının esiri olmaktan çıkarak, hislerine ve yaşamına aklının önderlik etmesini amaçlamalıydı. Dolayısıyla, “erdem” de doğasının bir parçasıydı. 16
- Chrysippus, dürtü - impulse ile kastedilenin, onu harekete geçiren duygular olduğunu söylüyordu; iğrenme - repulsion ise önleyici akıl. s. 16.
- Bu mantık silsilesi içerisinde, akıl, nasıl ki, duygulardan çok farklı bir kavram değilse, onu harekete geçiren duygular olarak dürtülerden de farklı değildir, hatta onun mükemmel hale gelmiş olanıdır; ne zaman ki bir erişkinde, dürtüler, akıl ile uyumlu olmaktan çıkar o zaman bunlara tutku deriz. s. 17
- Stoacılar, her hayvan ve bitkinin içerisinde, kendiliğinden gelen bir ilk akıl bulunduğunu, bunun dört ana histen, tutkudan oluştuğunu, bunların da ikisi olumlu, ikisi olumsuz, “beslenme güdüsü, üzüntü, istek ve korku” olduğunu söylüyordu. Onlara göre bir insan, barış içerisinde huzurlu bir yaşam sürmek istiyorsa, tutkularına gem vurmalıydı. s. 17.
- Ancak yine bu düşünce silsilesi içerisinde olgun kişi, bu şekilde davranarak iyi ve doğru hareket etmiş olur, bu iyi ve doğru hareketinin kendisi dolayısıyla mutluluğa ulaşırdı; bir başka ifadeyle, onun mutlu olması için tutkularını takip ederek, sonuçlarına ulaşması değil, tek başına erdemli davranması yeterliydi. s. 17
- Stoacılar, duygularına ket vurmasının bir örneği olarak kendilerine Sokrates’i örnek alırlardı; Xanthippe, Sokrates’in yüzünün sabah evden çıkarken nasılsa akşam eve girerken de aynen öyle olduğunu söylerdi. s. 18.
- Zeno’ya göre şeyler ise iyi, kötü ve ilgisiz olarak üçe ayrılıyordu. Buna göre erdemli olan iyi, erdemden ayrılan şey kötü, geri kalan her şey ise ilgisiz, önemsizdi.
- Yine bu kapsamda “iyi”nin tanımı, yöneldiği faydaya yönelikti; fayda ise erdemle tanımlanıyordu; dolayısıyla bir davranışın iyi olarak kabul edilebilmesi için bir başka şeye karşı erdemli ve dolayısıyla faydalı olması gerekiyordu. s. 18. Yine bu bağlamda kendi başına bir anlamı olmayan sağlık, zenginlik gibi kavramlara karşı da “ilgisiz, önemsiz” olarak yaklaşılıyordu.
- Bu kapsamda, iyi olan şey doğru, kötü olan şey ise yanlış olarak kabul ediliyor ve mutlu bir yaşamın sadece ve sürekli olarak doğru olan şeyin kendisini yapmaktan geçtiği düşünülüyordu. s. 18
- Bu yaklaşımda doğru ve erdemli davranış, bizzatihi, davranışın amacıdır. Erdemli davranışın sonucunda maddi, manevi bir ödül beklenmediği gibi, bu sonuçla meydana gelebilecek olumsuz durumlara karşı da yine aynı şekilde kayıtsız kalınır; ör. kişinin doğru söylediği için işinden atılması vb. Bu örnekte, kişi, sonucundan bağımsız olarak erdemli bir şekilde davranmış ve sonucunu baştan kabul etmiştir.
- Aynı düşünüş silsilesinin devamı olarak, insanın mutluluğunun erdemli davranışta yattığını söylemek, erdemli davranışın, tutku ve dürtülerden arınmış davranışlardan meydana geldiği düşünüldüğünde, akla uygun davranmaktan geçtiği de ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde, insanı, hayvandan ayıran şey, temelde akıl olduğu için, akla uygun yaşamak sonuç olarak doğaya uygun yaşamak anlamına da geliyordu. s. 19
- Bir şeyin doğası ile kast edilen ise onun ne olduğu değil, meydana geldiğinde ne olacağına ilişkin içindeki özdü. Ör. bir gül tohumu kişinin önünde büyümesini yarım tamamlayabilir; böyle bir durumda gülün doğası, o yarım kalmış büyümesi değil, uygun koşullar altında gülün tam olarak büyümüş halidir. s. 19
- Bu zincirleme düşünüş silsilesi içerisinde, mutlu olmak erdemli olmaktan; erdemli olmak, akla uygun hareket etmekten, akla uygun hareket etmek, doğaya uygun yaşamaktan, doğaya uygun yaşamak ise tanrıya (bütün bir evrene) inanmaktan geçiyordu. s. 19
- Stoacılara göre, aynı esaslar çerçevesinde, erdem, akla uygun hareket etmek olarak tanımlandığı için temelinde, “bilgi” vardır. s. 19
- Stoacılar, Plato’nun görüşünü devam ettirerek dört büyük erdemi kabul etmişlerdir: Bilgelik, Ölçülülük, Cesaret ve Adalet; bu dördünden bilgelik ise diğer üçünü de kapsayacak şekilde en temel erdem olarak kabul ediliyordu. s. 19
- Bir cümlede özetlemek gerekirse, erdemli bir insanın görevi ne yapılması gerektiğine karar vermek ve onu yapmaktı; ne yapılması gerektiğine ilişkin karar bilgeliğin konusuydu, bunu sonuna kadar yerine getirebilmek cesaretin, görevin hakkını varmak adaletin ve kişinin duygu ve ön yargılarına esir olmaması da ölçülülüğün göstergesiydi. s. 20
- Erdemin, akla uygun hareket etmek olarak tanımlanmasının bir sonucu olarak, kişinin kendisi ile birlikte getirdiği doğasının etkisi de kabullenilmekle birlikte, erdemli davranışın öğrenilmesi ve öğretilmesinin mümkün olduğu düşünülüyordu. s. 20
- İyi ve kötü kavramının dışında bulunan tüm şeyler ise “indifferent - kayıtsız, ilgisiz” olarak anılıyordu. Ör. zenginlik, sağlık vb. Kişinin erdemli davranması, bu diğer şeylerden bağımsızdı; dolayısıyla Stoacılara göre, bilge kişi, bu tür dışsal şeylere önem vermemeli, kayıtsız kalmalı, kendi doğru ve erdemli davranışına odaklanmalıydı. s. 21. Bu görüşe göre, erdemli davranış doğaya uygun olan davranış olduğundan, bunun peşinden gidilmeli, doğru olan değerli kabul edilmeli, yanlış ve değersiz olandan uzak durulmalı, ancak yine de “sağlık - sağlıksızlık” gibi kayıtsız kalınmakla birlikte, bir şeyin iki halinden bir tanesi seçilmek durumunda kaldığında, kötüsü değil, iyisi seçilmeliydi; ör. maddi varlığa - zenginliğe karşı kayıtsız kalınmalı; ancak fakirlik ya da zenginlik arasında seçim yapılmak gerektiğinde zenginlik seçilmeliydi. Bu yaklaşım, özellikle Roma döneminde, Stoa felsefesinin, günlük yaşama daha kolay bir şekilde adapte edilmesinin yolunu açmış ve böylelikle varlıklı vatandaşlar arasında dahi takipçi sayısının artmasına yardımcı olmuştur. Bu şekilde, kendisine Stoa yolunu seçmek isteyen bir zenginin, ilk dönem Yunan Stoacılar’ın aksine, tüm varlığına arkasını çevirmesi gerekmiyor, bunları kabul ederek, doğru davranışı daha ziyade erdemli yaşamak yolunda arıyordu.
- Stoacılara göre aslında, erdem ile kötülük arasında bir fark yoktu. Buna göre, tüm insanlar aslında erdemli olarak davranmak için gerekli yetenekler ile doğar ancak bu erdemleri öğrenip bunlara uygun yaşamaya başlayana kadar kötülük içerisinde yaşardı. s. 23 Dolayısıyla, felsefenin görevi, kendisinde potansiyel olan ancak kötülük içerisinde hareket eden kişiyi uyandırmak ve erdemli davranışa ulaşmasına yardımcı olarak bilge kişi olmasını sağlamaktı. Bu ara safhada, kişi yine kötülük içerisinde hareket etmekte, ancak durumunun bilincinde olup iyiliği hedef almaktadır; bu çabasının bir sonucu olarak yakında o da bilge bir kişi olacaktır. s. 23. Seneca gibi Stoacılar da bu yoldaki kişileri, içinde bulundukları ve ulaştıkları seviyeye göre üç sınıfa ayırmıştır.
- Stoacılar’ın uğraştığı önemli konulardan bir tanesi de üzerinde çalıştıkları konulara ilişkin ortaya koydukları “paradoks” ya da bir başka ifade ile zamanın anlayışına ters düşen ilkelere ilişkin getirdikleri anlama, anlatma çabaları ve bunlar üzerindeki tartışmalarıydı. s. 24. Ör. “Erdem en yüce iyidir.” önermesi daha sorunsuz bir önerme iken “Erdem, tek yüce iyidir.” önermesi böyle değildir. Ya da “Erdemin kendisi mutluluk için yeterlidir.” önermesi her zaman doğru olmayabilir; ör. Cicero, erdemli bir kişinin, başına felaketler geldiğinde, erdemli davransa bile mutlu olmayabileceğini savunmuştur. Benzer şekilde erken dönem Stoacılar’ın ortaya attığı bir başka ilke olan “Bütün yanlışlar eşittir.” önermesi de yanlışlar arasında bir derecelendirme yapmadığı için sonraki dönemlerde üzerinde çokça tartışılan bir paradoks olmuştur.
- Stoacılar, ideal insanı, toplum içerisinde akla uygun hareket eden bir kişi olarak tanımlamıştır. Bu kişi, toplum kurallarına uyumlu yaşar, daha büyük iyi ile birlikte hareket ederdi. s. 25. Bu bağlamda bilge kişinin evlenip çocuk sahibi olması, gerektiğinde içinde yaşadığı toplumun faydasına olarak fedakarlık göstermesi, acı çekmesi ve hatta ölmesi de doğru ve gerekliydi. s. 26
- Bilge kişi toplumsal olarak doğru yaşamakla yükümlü olan bir kişi olduğu gibi bireysel olarak da iyilik ve güzelliği davranış ve iletişimi ile geliştiren, davranışlarında aşırıya kaçmadan örnek olan bir kişi olmalıydı. s. 26
- Bununla birlikte bilge kişinin önemli bir özelliği ise gücünü sadece kendinden alması gereken bireysel kişiliğiydi; buna göre, bilgenin başına en büyük felaketler gelse bile bunlardan etkilenmeden tüm maddi ve manevi varlığını kaybetse bile yaşamına, hiç bir şey olmamış gibi devam edebilmeli, talihin kendi önüne çıkardığı iyi ya da kötü tüm gelişmelere aynı şekilde yaklaşarak yaşamını sürdürebilmeliydi. s. 26
- Benzer şekilde tutkularından arınmış olmak da bilgeliğe giden yolun bir parçasıydı. Bu anlayışın bir yorumu olarak Stoacıların, kendi başlarına gelenlere üzülmemeleri gerektiği gibi başkalarının başlarına gelenlere de üzülmemeleri ve bunu kaderin bir parçası olarak kabul etmeleri gerektiği, başkalarının hatalarına da hoşgörü göstermemeleri gerektiği düşünülürdü. s. 26
- Yine Zenon’un öğretisinde, bilge kişinin hiç bir şekilde yanlış düşünmemesi, davranmaması, hissetmemesi gerektiği şeklinde ulaşması son derece zor bir ahlaki, zihinsel yaklaşım da bulunmaktaydı. s. 27.
- Bilge kişinin son özelliği ise kimseye zarar vermemesi, bundan dolayı da kimseden zarar görmemesi idi. s. 28
- Stoacılar, evrenin işleyiş kurallarını “Fizik” başlığı altında incelerdi. s. 28
- Zeno tarafından ortaya atılan ve takipçileri tarafından da sürdürülen görüşe göre tüm evren pasif ve aktif; cansız ve canlı olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Pasif, cansız olan maddeyi oluştururken, canlı ve aktif olan ise “Logos - akıl” kainatı yöneten akıl; bir başka deyişle bunların bir bütünü Tanrı’yı oluşturuyordu. (panteizm)
- Akıl, her şeyin nedeniydi. Madde ise baştan beri var olan, hiç bir zaman yok olmayan ancak aklın etkisi sonucu sürekli olarak değişen şeydi. s. 29
- Stoacılar da madde ve aklın etkileşiminden ilk olarak ortaya toprak, hava, ateş ve suyun çıktığını düşünüyordu. s. 29 Bu dört temel element genel bir şekilde yorumlanıyordu; ör. insan vücudundaki kemikler, toprak elementinden meydana gelmişti. Hava durumu da bu dört temel elementin etkileşimine göre belirleniyordu. Hava ve ateş, hafif elementler; toprak ve su ise ağır elementler olarak kabul ediliyordu. s. 30. Tüm evrende ise bu maddelerin içerisinde yer aldığı “ether” isimli bir başka madde bulunuyordu.
- Erken dönem Stoacıların evren tasavvuru, evrenin küre şeklinde olduğu inancına dayanıyordu. Onlara göre, dünya bu kürenin tam ortasında asılı duruyordu ve güneş ile yıldızlar dünyanın etrafında dönüyordu. s. 32
- Tüm bu evren ise bir logos - akıl tarafından yönetiliyordu. s. 32 Bitkilerin ise ruhu yoktu ve onları hareket ettiren şey doğaydı. s. 33 Bu doğa - kainat, bütünüyle Tanrı’ydı.
- Stoacı felsefenin iki temel düsturu, en yüce iyinin erdem olduğu ve evreni bir üst aklın yönettiğidir. s. 35
- Seneca: İyi bir insanın başına hiç bir kötülük gelemez. s. 35 Sokrates: “Çünkü, ilahi yasa, iyi bir insanın, kötülük ile zarar görmesine izin vermez.”
- Stoacılar, erdemin, akla uygun davranmak olduğunu söyleyerek Sokrates’i takip ettiler ve farklı ifadede bulunan Aristo’dan ayrıldılar. s. 35 Stoacılar için erdemli davranışın kendisi önemliydi ve erdemli davranışın sonunda bir ödül ya da ceza olması onlar için önemli değildi. s. 36 Dolayısıyla, gerçek mutluluk, erdemli davranıştan gelir.
- Stoacılar, tarihte insanın değerini, insan olarak ortaya koyan ilk sistematik görüş oldu; evrensel bir Tanrı’nın evladı olarak tüm insanların kardeş olduğu görüşünü savundular ve sürekli olarak barışı öncelediler; bireye önem vermekle birlikte, her zaman toplumunun iyiliğini ön plana çıkardılar. “Philantropy - iyilik severlik”, kurumunu besleyip büyüttüler ve erdemli bir davranışın örneği olarak popüler hale getirdiler. 36.
- Aristo ve Plato’nun ideal devlet kavramları, yine mevcut toplum yapısına dayanan Atina şehir devletleri ölçeğinde birer yapı tasavvur ederken, yine bunu büyük insanlık ölçeğinde ele alan, köleliği de kabul etmeyen Zeno’nun Stoacılık anlayışı oldu. s. 37 Benzer şekilde, erdemli davranma hakkı, diğer filozoflarda, Yunan aristokrat sınıfı ve zenginlerine tanınmışken, bunu toplumun geneline yayan yine Stoacı felsefe oldu. Erdemli davranış, özüned, akıl yoluyla ulaşılan bir hareket tarzıydı ve bu şekilde hareket edebilmek için kişinin, zengin ya da fakir, sağlıklı ya da sağlıksız, özgür ya da köle olmasının bir farkı yoktur. s. 39
- Bitti
Epiktetos - Enkheiridion
- Kitabın linki ve bilgileri.
- Epiktetos, (MS. 50 - 125), Roma İmparatorluğu döneminde yaşamış Stoacı filozoftur. Çocukken Roma’ya gelmiş, köle olup da özgürleşen Epaphroditus’un kölesi olmuş, Stoacı filozof Musonius Rufus’un ders almış, onu takip etmiştir. Kölelikten azat olduktan sonra, İmparator Domitianus döneminde filozofların sürgün edilmesi kararı üzerine, Roma’dan ayrılmış, Kuzey Yunanistan’daki Nicopolis’te okulunu kurmuştur. Öğrencisi Lucius Flavius Arrianus, hocasının öğretilerini Diatribai ve Enkheiridion adlı iki metinde toplamıştır. Diatribai’de, Stoa etiğinin temel unsurları kapsamlı bir şekilde ele alınmış, daha kısa olan bu yapıt Enkheiridion ise “Rehber” anlamına gelmekte olup, önceki kitabın daha özlü hali kabul edilmektedir.
- Helenistik dönem MÖ. 323 - Büyük İskender’in ölümü ile başlar, MÖ. 31, Roma’nın, tüm bu coğrafyayı fethi ile sona erer. Stoacılık bir Helen felsefesidir; buradan Roma’ya geçmiştir. s. x
- Stoacılık üç döneme ayrılır. 1. MÖ 3. yy’da Eski Stoa adıyla başlar; kuruluş dönemidir; Zenon ile ardılları Kleanthes ve Khrysippos öğretinin temelini atar. 2. MÖ. 2 yy’dan itibaren Orta Stoa dönemi başlar. Babilli Diojen, Tarsuslu Antipater, Panaitios, Posiodonios ile yavaş yavaş Roma’ya ilerler. 3. MS 1. ve 2. yy’da İmparatorluk Stoası başlar; Seneca, Musonius Rufus, Epiktetos, Marcus Aurelius bu dönemin ünlü filozoflarıdır. s. xi
- Stoa felsefesi, kökenini Sokrates’in görüşlerinde bulur. Kurucu Zenon, bir Kinik filozofu olan Krates’in öğrencisiydi. Krates ise Anthisthenes, o da Diojen’in öğrencisiydi; Diojen ise Sokrates’in öğrencisiydi.
- Gerek Kinizm gerek Stoacılık’ın temelinde “erdeme göre yaşam” ilkesi bulunmaktaydı. s. xi. İnsanın ne olursa olsun erdemli yaşaması yüceltilir, toplum aksine davranışlar bakımından eleştirilirdi.
- Ancak Kinizm, her şeye rağmen mutlak erdemli yaşamı savunurken, sonra gelen Stoacılar bu yaklaşımı yumuşatarak, toplumsal koşullara uygun bir erdemli yaşamı savunmuş ve insanı, bireysel değil, toplum içerisinde yaşayan bir varlık olarak ele almıştır. s. xii.
- Bu yaklaşım Roma döneminde kendisini iyice göstermiş ve bir çok yönden öğretinin yumuşamasına neden olmuştur. Geleneksel Roma öğretisinin önem verdiği sade bir yaşam sürmek, gerektiğinde devlet ve toplum için fedakarlık yapmak, cesaret göstermek gibi değerler Stoacılık erdemleri ile örtüştüğü için Stoacılık bu dönemde daha da kolay yayılmıştır. s. xii.
- Bu dönemde Romalı vatandaştan istenen ve beklenen uç örneklerde cesaret ve kahramanlık ile hareket etmesi değil, toplumsal yaşam içerisinde iyi kalpli, merhametli, adil, yüce gönüllü, merhametli, cömert, çalışkan ve genel olarak ahlaklı bir yaşam sürmesiydi. s. xiii. Bu yaklaşım, Stoacılığı, yıkıcı Kinizm’den ayırmıştır. Kinik filozof, böyle olmayan bir toplumu yıkmak için çalışırken; Stoacı filozof, toplumun mevcut yapısını kabul edip, kendisini, tüm bu olumsuz toplum yapısına karşı bireysel olarak erdemli hareket etmek üzere eğitir ve buna gayret gösterir; illa ki toplumu değiştirmek için yıkıcı faaliyetlere girişmezdi.
- Enkheiridion’da bu yaklaşıma vurgu yapılır; insanın, toplum yaşamında neyin elinde olup neyin olmadığına dikkat ederek, buna uygun yaşaması ve gerçek mutluluğa ancak böyle erişeceği noktası üzerinde durulurdu. s. xiii.
- Bu iki metin dışında Epiktetos’un görüşlerinin kitap haline getirilmiş başkaca versiyonları yoktur. s. ix. Kitabı kaleme alan Arrianus, hocasının ağzından çıkanı, çıktığı gibi yazdığını, kendi görüşlerini katmadığını söylemektedir. Sonrasında gelen Romalı filozofların bu iki metni okuyup üzerinde çalıştığı bilinmektedir. s. xv.
- Enkheiridion, ilk kez 1497’de Yunanca’dan Latince’ye çevrilmiş, bu dilden de bir çok Avrupa diline tercüme edilmiştir. Kitap içerisinde geçen Sokrates ismi St. Paul ile değiştirilerek bir çok kilisede Hristiyanlığın temel kitaplarından biri olarak okutulduğu da olmuştur. s. xi. 1550 - 1750 yılları arasında kitap Fransızca, Almanca ve İngilizce’ye çevrilerek Avrupa’da geniş kitlelere ulaşmış, üzerine bir çok dil bilimci ve filozofun çalışmaları eklenerek 1800’lerin başında yorumlu, açıklamalı edisyonları çıkmıştır.
- Bu Türkçe kitap, Enkheiridion’un Yunanca aslından yapılan ilk Türkçe tercümedir. s. xviii.
- “Bazı şeyler bize bağlıdır, bazı şeyler bize bağlı değildir. Bize bağlı olan şeyler varsayım, dürtü, arzu, kaçınma ve kısaca eylemimizle belirlenen her şeydir. Bize bağlı olmayan şeyler ise bedenimiz, mal varlığımız, ünümüz, makamımız ve kısaca eylemimizle belirlenmeyen her şeydir.” s. 1 İnsan sadece kendisine ait olan şeylerin kendisine ait olduğunu, diğer şeylerin ise kendisine ait olmadığını kabul ettiğinde zarar verilemez, özgür bir yaşam sürer. İnsanı diğer canlılardan ayıran şey, “akletme gücü”dür; tanrılardan insanlara armağandır, bize bağlı olan şeylerin temeli, bize bağlı olmayan şeylerin de değerlendirme aracıdır. s. 28
- Stoa felsefesine göre insanda dürtü, arzu doğal olarak gelir ancak bu yönelimler, akıl yoluyla aşırılıktan uzak ve kontrol altında tutulmalıdır. 29.
- İnsan her görünüm karşısında öncelike o görünümün gerçek olmadığını düşünmeli, ardından, bu görünümün kendisine bağlı olup olmadığını incelemeli, kendisine bağlı değilse ona karşı kayıtsız kalmalıdır. s. 2 Stoacılara göre insan, herhangi bir şey ile ilk olarak karşılaştığında zihninde önce onunla ilgili bir phantasia, visum - görünüm belirir ancak bu ilk kanaat yanıltıcıdır; bilge kişi, bunun ötesine geçip karşılaştığı şey üzerinde derinlemesine düşünerek o şeyin özünü kavramalı ve ona ilişkin duygu, düşünce ve davranışlarını ve özellikle ahlak duyuşunu buna göre şekillendirmelidir. s. 31 Görünümlere kapılmama, tüm Stoa filozoflarında önemli ve ortak öğelerden bir tanesidir.
- “Arzunun hedefi insanın yöneldiği şeyi elde etme başarısıdır; kaçınmanın hedefi ise kaçınılan şeye maruz kalmamaktır.” s. 2 İnsan arzularının esiri olmamalı, onlardan mümkün olduğunca kaçınmalıdır. Çünkü doyurulması mümkün olmayan arzu, insana sadece talihsizlik getirir.
- “Çocuğunu ve karını öpüyorsan, kendine bir insanı öptüğünü söyle, onun ölmesi seni üzmeyecektir.” s. 3 Stoacılara göre insanın uzak durması gereken dört temel olumsuz duygu vardır; bunlar acı ya da üzüntü, korku, şehvet ve aşırı sevinçtir. İnsan, aklını kullanarak görünümlere değil, ardındaki öze yoğunlaşarak karşısına çıkan şeylere karşı yaşadığı bu olumsuz duygulardan uzak durmalıdır. Bu örnekte olduğu gibi insanın en sevdiklerine karşı diğer insanlardan farkı olmayan bireyler gibi yaklaşması, onlar öldüğünde ortaya çıkacak acı ya da üzüntüyü ortadan kaldırmak ya da en aza indirmek için gereklidir. s. 32
- “Bir eyleme girişmek istediğinde, o eylemin doğasını hatırla.” s. 3 Epiktetos burada kişinin, yıkanmak için hamama gitmesi örneğini vermektedir. İnsanın karşısına çıkan bir durum başlı başına kötü olmadığı gibi insanın, bir amaca ulaşması için belirli eylemleri yerine getirmesi gerekebilir. Ör. yıkanmak için hamama gitmek gibi. Ancak eski zamanda, bu örnekte, hamam, daha ziyade olumsuz durumlar ile karşılaşılan kötü bir yerdir; dolayısıyla kişi hamama gidecekse yine de gitmeli ancak burada bir yandan yıkanırken, bir yandan da ahlaki tutumunu sürdürmeli ve erdeme aykırı düşen davranışlardan uzak durmalıdır. s. 35 Dolayısıyla önemli olan hamama gitmemek değil, hamama gitmek ancak hamama gidince karşılaşılacak kötü olaylara karşı hazırlıklı olmak ve yine de bu durumlarla karşılaşınca erdemli davranma bilgi, beceri ve cesaretini gösterebilmektir. Bu aynı zamanda bilge kişinin, talihsizliklerle karşılaşmayan değil karşılaştığında dahi incinmeyen kişi olduğuna yapılan bir vurgudur.
- “İnsanları rahatsız eden şeyler değil, o şeylerle ilgili fikirleridir.” s. 3 Ör. ölüm kendi başına korkutucu değildir, ancak ona ilişkin düşüncemiz korkutucudur. Bu nedenle üzerine yoğunlaşmamız gereken, şeyler değil onlara ilişkin duygu ve düşüncelerimizdir. Epiktetos’un ölümle ilgili düşünceleri Sokrates’in düşüncelerinden doğrudan ve çokça etkilenmiştir. Bu düşünceyi takip eden Stoacı filozoflar, ölüm konusunu yoğun bir şekilde işlemiş, ölümün kaçınılmazlığını vurgulamış, bu nedenle ona karşı çıkmak ya da ondan korkmanın gerekli olmadığını savunmuş ve felsefenin amaçlarından bir tanesinin de insanı ölüme hazırlamak olduğunu, bunun ise iyi bir yaşam sürmekten geçtiğini, iyi ve doğru bir yaşam süren kişinin öldükten sonra da mutlu ve huzurlu olacağını ifade etmiştir. s. 36 Cahil insan başına gelenler için başkasını suçlar; biraz eğitimli olan kendisini suçlar; bilge kişi ne kendisini ne başkasını suçlar.
- “Sana ait olmayan üstünlükle övünme. … Görünümleri değerlendirme.” s. 4 Stoacı filozoflar, neyin gerçekte insanın kendisine ait olduğu, neyin bunun dışında kaldığı konusuna odaklanıyordu; buna göre zenginlik gibi kavramlar insana ait olmadığından bunlarla öğünmesi doğru değildi; ancak “erdemli yaşamak” insanın kendi seçiminde olan bir durum olduğundan doğrusu bunun üzerine gitmek ve şeylerin, ilk bakışta ortada olan dış görünüşlerini bir kenara bırakarak bunların üzerine düşünmekti. s. 38 - 39.
- “Gerçekleşecek olan her şeyin senin istediğin gibi olmasını arzulama, aksine her şeyin olduğu gibi olmasını iste, böylece yaşamın huzurlu olacak.” s. 4
- “Hastalık bedenine engeldir, ahlak duyuşuna, o uygun görmedikçe engel değildir.” s. 4 İnsanın karşısına, yaşam boyuna, onu zor durumda bırakacak, düşünce ve eylemlerini de erdemli davranma yolunda zorlayacak olaylar çıkacaktır. Bilge kişi, bu gibi durumlarda, önemli olanın, karşısına çıkan şeyin kendisi değil, bu şeye karşı nasıl tepki vermesi gerektiğini bilerek, yine de elinden geldiğince erdemli bir yaşam sürmeye, doğruları yapmaya devam etmelidir; dolayısıyla, hastalık belki beden için bir engeldir ancak insan, bu hastalıktan bağımsız olarak, mutlaka ahlaklı olarak hareket etme özgürlüğüne sahiptir. s. 41 - 42
- “Başına ne zaman bir şey gelse, kendine dönmeyi hatırla ve onun üstesinden gelmeni sağlayacak gücünü araştır. …, direnme gücünün kendini tutmak olduğunu fark edeceksin. … Kendini böyle davranmaya alıştırırsan, görünümler seni kapıp götürmeyecek.” s. 5
- “Hiç bir şey hakkında “onu kaybettim” deme, sadece “geri verdim” de. Sana başkası bir şey verdiğinde, o şey sana ait değilmiş gibi bak.” s. 5 Epiktetos, insanın, tüm varlığını Tanrı’ya borçlu olduğunu, dolayısıyla, onun verdiği gibi almayı da bildiğini, buna karşı gelmemek gerektiğini söyler. Stoacı filozoflara göre talih, insanın aklının almayacağı şekilde hareket eder; insana ne zaman ne vereceği, ondan ne zaman ne alacağı bilinemez; bu nedenle onun insandan aldığı ya da insana verdiği şeylere karşı indifferent - kayıtsız kalınmalıdır. s. 45
- “İlerleme kaydetmek istiyorsan, … küçük şeylerden başla.” s. 5 Stoa felsefesinde “ilerleme”, bireyi, ideal bilgenin zihin ve yaşam tarzına ulaştırmayı amaçlayan ilkeleri çalışma, anlama ve uygulama sürecidir. s. 45. İlerleme, iyi şeyleri isteme ve kötü şeylerden yüz çevirmedir; birey bu şekilde istediğine kavuşmayı, kaçındığından da uzaklaşmayı başarırsa, huzura ve kayıtsızlığa da kavuşmayı başarır. s. 46
- “İlerleme kaydetmek istiyorsan, dışsal unsurlara karşı hissiz ve algısı kapalı biriymiş gibi düşünlmene izin ver. Hiç bir şey bilmiyormuş gibi düşünülmeyi iste. Birileri senin önemli bir insan olduğunu düşünse de sen kendine o kadar güvenme.” s. 6
- “… özgür olmak isteyen biri, başkalarına bağlı olan bir şeyi ne istesin ne de ondan kaçınsın, aksi halde köle olması kaçınılmazdır.” s. 6
- Yaşama, sanki bir yemeğe gitmişsin gibi yaklaş; önüne gelen yemeğin payına düşen kısmını al ve ye; önüne gelmeyen bir yemeğin peşinden ise ısrarla gitme, ona arzu duyma; önüne geleni de almazsan Tanrı katına ulaşmış sayılırsın. s. 7
- Başına kötü bir şey gelmiş birisini gördüğünde, eğer ağlayıp, şikayetleniyorsa, ona hak vermemeye dikkat et; çünkü onu rahatsız eden şey, başına gelen değil, o olayı nasıl yorumladığıdır; ona hak verirsen bundan sen de etkilenirsin. s. 7
- Yaşam bir oyundur; oyunun roller başkası tarafından dağıtılır, bize düşen, verilen rolü en iyi şekilde oynamaktır; bu bir temizlikçi de olabilir bir kral da. s. 8 Burada oyun yazarı ile kast edilen Tanrı’dır. Bu inanışa göre, Tanrı, tüm kainat ve kaderi belirli bir amaç dahilinde yaratmıştır; insan, kaderine karşı gelemez, onu en iyi şekilde yerine getirmekle yükümlüdür. s. 53
- Bir kuzgun kötü alametle öttüğünde bunu kendin için değil, başkası için kabul et; sana beliren tüm alametleri de olumlu kabul et; onlardan yarar sağlamak senin elindedir. s. 8 Eski Yunan’da “kehanet” önemli bir sanat olarak kabul ediliyordu. Bunun ardında yatan düşünce ise, madem ki, bütün kainat belirli bir ilahi kadere göre yaratıldı ve hareket ediyor, o zaman, neden sonuç ilişkilerini takip ederek geleceği görmenin mümkün olduğuydu. Bu nedenle, Tanrı’nın, doğadaki varlıklar yoluyla, insanlara, gelecekleri hakkında alametler gösterdiğine inanılıyordu. Bu söz ile Epiktetos, kehanet kavramına inandığını ancak insanın karşısına çıkan alametleri, ilk bakışta olumsuz olsalar bile, mutlak suretle olumlu olarak yorumlamalarını söylemektedir. s. 54 - 55.
- “Zafer kazanmanın sana bağlı olmadığı bir mücadeleye girmezsen yenilmez olabilirsin.” s. 8 İnsanın kendisine dair olmayan şeylere sahip olanlara gıpta etme, onun yerine, kendine dair olan şeylere yoğunlaş ve özgür bir insan ol. Bu söz ile zenginlik, kuvvet gibi dış faktörlere bağlı bir yaşam yerine kişinin erdemli bir yaşam sürmesinin önemi ve sonucu üzerinde duruluyor ve böylece insanın, kadere karşı, yenilmez bir kişi olacağı anlatılmak isteniyor. s. 56
- Bir insana hakaret edildiğinde onu kızdıran hakaretin kendisi değil, o hakarete verdiği anlamdır; insan, kendisine yöneltilen olumsuz bir söz duyduğunda, buna karşı hemen tepki vermek yerine bekler ve araya süre koyarsa o zaman buna karşı yaklaşımı da farklı olacak ve kendisinin efendisi olacaktır. s. 8
- “Her gün ölümü, sürgünü ve korkunç görünen her şeyi gözünün önüne getir ama özellikle de ölümü; böylece sefil bir düşünce içinde olmayacak, sınırını aşan bir şeyi amaçlamayacaksın.” s. 9
- Erdeme dayalı bir yaşam sürmeyi amaç edinen kişi, karşısında kendisi ile alay eden, onu beğenmeyen, hakir gören bir çok kişi ile karşılacaktır; bunlara hazırlıklı ol ve böyle kişilerden etkilenme; sen onlara yine erdemli şekilde davran; bu şekilde yaşamaya devam edersen, seninle alay edenler sonra yanına gelecektir ama erdemden ayrılırsan da o zaman alay edilmeyi hak etmişsin demektir. s. 9
- Kimseyi memnun etmek için dışsal faktörlerin peşinden gitme; yoksa yoldan çıkarsın; tuttuğun yol seni mutlu etsin, illa bir kişiyi mutlu edeceksen kendini mutlu ettiğini düşün. s. 9
- Makam, mevki, statü peşinde koşturmak doğru değildir; bunlar insanı gerçek mutluluğa götüren kavramlar değildir. s. 9 - 11
- “Sana bağlı olmayan şeyleri elde etmek istediğinde, başkalarının yaptığını yapmıyorsan, başkalarıyla eşit pay almaya layık görülmezsin.” s. 11 Burada Epiktetos, uzun bir paragraf içerisinde, insanın, zenginlik, varlık, güç, kuvvet gibi şeylerin peşinden koştukça, erdeme aykırı davranacağını, bu halde gelen dışsal sonuçların ise gerçek mutluluk getirmediğini, başkalarını bu şekilde görmesi halinde kişinin, bundan dolayı bir üzüntü yaşamaması gerektiğini savunuyor. s. 62
- Kendi başına gelen bir olay ile ilgili tepkin, o olay, başkasının başına geldiğinde ne hissedeceksen, ne söyleyeceksen öyle olsun; ör. bir yakınını kaybettiğinde gözünün önüne bir arkadaşını getir, o bir yakınını kaybettiğinde nasıl hissediyorsan, kendi yakınını kaybettiğinde de öyle hissetmeye çalış. s. 12
- “Bir şey yapmadan önce o şeyin öncesinde ve sonrasında olanları düşün, daha sonra o şeyi yapmak için harekete geç. Aksi halde sonraki aşamalardan hiçbirini gözünün önüne getirmediğin için başta coşkuyla işe girişeceksin ama sonra bazı zorluklarla karşılaşınca rezil bir şekilde işi yarım bırakacaksın.” s. 13.
- “Uygun tutumlar, genel olarak toplumsal ilişkilerle ölçülür.” Diğer insanlar sana kötü davransa bile, onlara yine de akla uygun, doğaya uygun bir ahlaki yaklaşım içerisinde davranmak gerekir. s. 14 Epiktetos burada, bireysel olarak erdemli yaşamanın gerekli ancak yeterli olmadığını, bunu toplumsal yaşam içerisinde de yerine getirmek gerektiğini; diğer insanlara karşı düşünce ve eylemlerinde, doğaya uygun davranılması gerektiği, bundan kasıt ise akla uygun, rasyonel davranış olduğu, insanın toplumsal kurallara uymasının gerektiği, başkalarına karşı hareket ederken her seferinde seçme ya da reddetme şansına sahip olduğunu; bu nedenle düşünce ve eylemlerinde, neyi seçip neyi reddedeceğini dikkatle düşünüp, erdeme göre karar vermesi gerektiğini savlamaktadır. s. 66 - 67, Cicero, bunun aynı zamanda, insanın kendisine ve topluma karşı bir officium = görev olduğunu ifade eder.
- Tanrılar vardır ve evreni adil bir şekilde yönetir. Bu nedenle onların kurallarına uy ve özellikle senin kontrolün dışında meydana gelen olaylara karşı iyi ya da kötü yargısı oluşturmaktan vazgeç; kendini, kontrolün dışındaki olayların sonuçlarına bağlamaktan vazgeç. İnsan, neye bağlandığını ve neyden korktuğunu iyice araştırıp öğrenmeli, buna göre bağlandığı ve korktuğu şeylere karşı düşünce ve davranışlarını kontrol altına almalıdır. s. 15
- İnsan illa ki kehanete başvurmak zorunda hissediyorsa, bunu ancak, ne yapması gerektiğini gerçekten bilmediği durumlarda yapmalıdır; halbuki insan çoğu zaman ne yapması gerektiğini bilir ancak bunu yapmaz; dışarıda arkadaşına yardım etmesi gerekirken böyle yapıp yapmaması gerektiği konusunda kehanete başvuran kişi doğru davranmıyordur. Diğer yandan, hakkında kehanete başvurulan konu, kişinin kontrol alanı dışındaysa da bundan doğacak sonuca yine bir kayıtsızlıkla yaklaşılması gerektiği unutulmamalı, kehanetin sonuçlarının kişiyi olumlu ya da olumsuz duygu, düşünce ya da beklentiler içerisine sokmasına engel olunmalıdır. s. 16
- Hem yalnız hem de başkalarıyla birlikteyken takip edeceğin bir davranış tarzını benimse. Çoğu zaman sessiz ol, söyleyeceklerini az kelimelerle söyle. Gerekli olmayan konularda konuşma, yabancıların yanında sessizliğini koru. Sevinçlerinde ölçülü ol; kahkahalar atma. Gereksiz yere yemin etme, söz verme. Cahil kimselerle birlikte olma, onların bulunduğu yerlerde olma, zorunda kalırsan davranışlarına iki kere dikkat et. Giyim, kuşam, yemek, içmekte ölçülülüğü elden bırakma; gösteriş ve şatafattan uzak dur. Evlilik öncesi cinsel ilişkiden uzak dur; illa yapacaksan parayla yapma ancak böyle yapanları da yargılama. Yüksek mevkiide bulunan birisi ile görüşmeye gittiğin zaman aklında şu soru olsun: “Böyle bir durumda Sokrates veya Zenon ne yapardı?” Konuşurken, başkalarına, sürekli kendi yaşadıklarından bahsetme. Konuşurken kahkalar atma, küfür etme. s. 16 - 18.
- Bir hazzın görünümü ile karşılaştığında, bunun geçici olduğunu bil, peşinden gitme. s. 19
- Doğru bir iş yaptığın kanaatindeysen bunun başında görülmekten çekinme; ya da tersi, yaptığın iş doğru değilse de bundan uzak dur. s. 19
- Gücünü aşan görevlerin altına girme. s. 20
- Kız çocuklar ile erkek çocuklar arasında eğitim yönünden bir fark yoktur; her ikisi de eğitim görmelidir. Ancak toplumsal rollerine göre farklı şekilde eğitilmeleri de doğaldır. Musonius der ki, bir kadın, evin düzenini sağlamayı öğrenmek için bilgeliğe, köleleri yönetebilmek için adalete, kendisini ölçülü ve başkalarını düşünen biri kılacak ağır başlılığa ihtiyaç duyar. Cesaret erdemi de ölçüsüz eylemlerde bulunmaması için erkeğin olduğu kadar kadının da ihtiyaç duyduğu bir erdemdir. Kadın da erkek gibi acıya katlanmayı, ölümden korkmamayı ve başına gelen olaylar karşısında yürekli olmayı, kötü alışkanlıklar edinmemeyi, eşitliği ve iyi niyeti sevmeyi, erkeğe ve kadına zarar vermemeyi bilmelidir. s. 74
- Bir insanın bedenini ilgilendiren konulara (yeme, içme, cinsellik, egzersiz yapmak, tuvaletten çıkmamak vb. konularına) çok zaman ayırması aptallıktır; bunun yerine kişi, vaktini, zihnini eğitmeye harcamalıdır. s. 21.
- Birisi senin hakkında kötü bir şey söylediğinde, o böyle düşünüyor, yanılıyor de, onun için acı ve üzerine düşünme. s. 21
- Her şeye karşı yapılabilecek bir doğru bir yanlış iki temel davranış vardır; sen, mümkün olduğunca hep doğru davranmaya çalış. s. 21
- Birisi, sence, bir şeyi doğru olmayan bir şekilde yapıyor olsa da yargı verecek şekilde konuşma; ör. çok şarap içiyor; onun ayyaş ya da sarhoş olduğunu değil çok şarap içtiğini söyle; parasını gereğinden fazla harcıyor, ona savurgan değil, parasını gerekli olmayan bir şekilde harcadığını söyle; çünkü kimsenin gerçekte ne yaşadığını, neler hissettiğini bilemezsin; insanları haksız şekilde yargılama. s. 22
- Hiç bir şekilde, kendine filozof deme, bunu, davranışlarınla göster; bilip öğrendiklerini, bilgisiz kişiler yanında konuşma, onun yerine doğru bildiklerini uygula, bu konularda insanlarla gereksiz tartışmalara girip de üzülme; bir koyun ne kadar ot yediği ile değil bundan ürettiği süt ile kendisini gösterir, unutma. s. 23
- Gösterişsiz bir yaşam sürmek önemlidir ancak bunda da aşırıya kaçmamak ve başkalarına karşı sade bir yaşam sürdüğü için böbürlenmekten de kaçınmak gerekir; insan, sade bir yaşam sürmeli ancak bunu kendisi için yapmalıdır; başkasına göstermek, bundan kendisine bir pay çıkartması da doğru değildir. s. 23
- Cahil insan yararı ve zararı başkasında arar; bilge kişi, yararı ve zararı kendisinde arar. Kimseyi kınamamak, övmemek, suçlamamak, kabahat bulmamak, kendini övmemek ilerlemenin işaretleridir. s. 23.
- Biz, eski filozoflara, kendileri için değil, söyledikleri ile bizi, doğayı örnek almaya, dolayısıyla, mutlu bir yaşam sürmeye, yönlendirdikleri için ihtiyaç duyar, önem veririz. s. 24, 80.
- Burada yazan ilkeleri, kimsenin seninle ilgili bir yargıda bulunmasına dikkat etmeksizin, uygula; seninle ilgili konuşanlar ve konuşulanlara da takılma. s. 24
- “Kabul etmen gereken felsefi ilkeleri öğrendin ve benimsedin. … Dolayısıyla, çok geçmeden, zihnini, ilerleme kaydeden olgun biri olarak yaşayabilmeni sağlayacak şekilde hareket etmeye hazırla ve sana en iyi şeyler olarak görünen her şeyi ihmal edilemeyecek bir yasa olarak benimse. … Bu, karşılaştığı her durumda, aklı dışında hiç bir şeye önem vermeyen Sokrates’in benimsediği yoldur. Henüz bir Sokrates değilsen bile Sokrates olmayı isteyen biri gibi yaşamalısın.” s. 25
- Bitti.
📽️ Kaynak Videolar - Türkçe
📽️ Kaynak Videolar - İngilizce
📰 Online Kaynaklar - Türkçe
👓 Online Yazılar - İngilizce
06.11.2023 - Kaynak Videolar - İngilizce başlığı eklendi; içeriği, izlemesi kolay videolar ile yavaş yavaş geliştirilecek.
05.11.2023 - A Guide to Stoicism - Kitap özeti tamamlandı.
29.10.2023 - Online Yazılar - İngilizce eklendi.
27.10.2023 - İlk yayın tarihi.